OHAL’de, ülkenin geleceğini ilgilendiren önemli bir referandumun yapılmasının büyük sakıncaları olduğunu savunanlardan biriyim.
Demokrasinin rafa kaldırıldığı bir ortam olan OHAL varken nasıl demokratik bir seçim yapılacak anlayabilmiş değilim.
Bir de işin bir başka yönü var…
Anayasa değişikliği ile birlikte ‘başkanlık sistemi’ne geçişi sağlayacak referandum 16 Nisan'da yapılacak.
Ancak referanduma giderken toplum ‘evet’ ve ‘hayır’ arasında adeta kamplaştırıldı. Her iki seçeneği seçecek olanlara şimdilerde farklı gözlerle bakılıyor. Acı olan bir tarafın vatan haini olarak suçlanması.
Başbakan Binali Yıldırım ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ‘hayır’ oyu kullanacak olanların tümünü aynı kefeye koyarak ‘terör listesi’ne dahil etme çabası büyük tepki çekti.
Anayasa değişikliği maddeleri mecliste görüşüldü, oylandı ve halkoylamasına sunulacak.
Normal olarak evet diyenler de olacak, hayır diyenler de.
Her iki seçeneği benimseyenleri aynı oranda yaklaşmak gerekir.
Ama ne yazık ki son yazdığım üç yazıda da bu konuyu işlemek zorunda kalıyorum.
Çünkü bunu yazmam için o kadar çok malzeme çıkıyor ki.
Oysa bir gazetecinin şu an bunu yazması kadar kötü bir durum yoktur sanırım. Belki yeni anayasada neler geldiği, nelerin değişeceğini yazmam gerekirken, anlamsız yakıştırmalar ve kutuplaşmayı yazıyorum.
Şimdi soruyorum; bu ülkeyi yönetenler, başbakan, cumhurbaşkanı, bakanlar, milletvekilleri, ‘hayır’ oyu kullanacakları vatan haini veya terörist olarak ilan ediyorsa, halk bunları linç etmez mi?
Ne yazık ki bu üslubu, sosyal medya, gazeteler, TV kanalları ve hatta camilere kadar taşıdılar.
Nisan ayında yapılması muhtemel referandum, sistem değişikliğini ön gören bir referandum…
‘Parlamenter Sistemden’ ‘Başkanlık Sistemi’ne geçiş olduğu için toplumdaki tartışması da büyük...
Türkiye toplumu bu sistem değişikliğini kaldırır mı bilinmez ama toplum tam anlamıyla ikiye bölünmüş durumda…
“Evet” diyenler, “Hayır” diyenlere vatan hainliğiyle itham ediyor…
“Hayır” diyenler ise “Evet” diyen kesimi vatan hainliğiyle itham ediyor…
Ekonomi, işsizlik, geçim derdi, sağlık, eğitim hepsi bir kenara itilmiş durumda.
Şimdi varsa yoksa referandum.
Peki, huzur olmadığı bir yerde yeni yasalar, sistem değişikliği ve referandum yapılması ne kadar doğru.
Yeni sistem huzuru getirecek mi?
Sosyal medyada geçtiğimiz hafta yer alan bir kare resim dikkatimi çekti.
Biri yaşlı iki kadın, sırtına yükledikçe yüklemişler…
Neredeyse yere yapışmışlar sırtlarındaki yükün ağırlığından.
Bu resme ilk bakışta bir dönemler bölgede sıkça görülen ve genellikle batı illerinden gelen ‘bohçacılar’ gelebilir aklınıza.
Ama değil…
O resimdeki kadınlar, kısa süre önce sokağa çıkma yasağının kalktığı Nusaybin sakinlerinden sadece ikisi.
Çatışmaların yoğun yaşadığı ve evlerinin yerle bir olduğu ilçede, sağlam kalan eşyalarını yüklemişler sırtlarına.
Nereye gittikleri belli değil…
Ne olacakları hiç değil…
PKK şehirlere anlamsız bir çatışmayı soktu.
Güvenlik güçleri de peşlerinden…
Binlerce insan öldü oralarda.
Kimse bunun önüne geçmek için çaba sarfetmedi.
Her iki taraf kelle hesabı yaptılar habire.
Bölgenin hiçbir ilinde huzur kalmadı.
Derken bu huzursuzluk tüm ülkeye yayıldı. Şimdilerde ne yazık ki ülkenin hiçbir yerinde huzur yok.
Böylesine bir ortamda ülkeyi yönetenlerin huzurun koltuktan daha gerekli olduğunu düşünmüyorlar ne yazık ki.
Huzurun olmadığı bir ülkede kargaşa, kaos hiç eksik olmaz.
Önce huzur sağlansın, ölümler durdurulsun, ülkeye barış gelsin sonra referandum yapılsın.
Bunu sağlayacaksa yeni anayasaya ‘evet’ derim, ama bunu sağlayacağını garanti edemiyorsanız benden ‘evet’ dememi beklemeyin.