Hayat dediğini nedir ki?
Bazen hayat incecik bir çizgidir.
Ayağının altından kayar gider.
Bir varsın,
Bir yoksun…
Hepsi bu kadar…
Önceki gün Elâzığ-Sivrice’de meydana gelen 6,8 şiddetindeki deprem, yıkım ve gözyaşı getirdi.
Eylül ayında İstanbul, bir süre önce ise Manisa ve Ankara’da meydana gelen küçük depremler, büyük bir depremin habercisi gibiydi.
Elazığ-Sivrice’yi vuran depremde çok sayıda vatandaşımız yaşamını yitirdi.
Yaklaşık 2 Bin kişi de yaralandı.
Allah yaşamını yitirenlere rahmet eylesin, yaralılara da acil şifalar diliyorum.
Depremin hemen ardından konunun uzmanları televizyon kanallarına çıkarak bildik ve artık neredeyse ezberlediğimiz konuşmaları yaptılar.
Her depremin ardından bu konuşmalar yapılıyor, ancak ne hikmetse her depremin ardından büyük acılar yaşıyoruz.
Konuşuyoruz, tartışıyoruz, ama bir türlü uygulamada başarılı olamıyoruz.
Depremin ne zaman nereyi vuracağı belli olmaz.
Bu yüzden her zaman hazırlıklı olmamız gerekiyor.
Deprem anında ne yapılması gerektiğini, olası bir depremde nerelerin toplanma alanı olduğunu, hepsini bilmemiz gerekiyor.
Öyle önemli ki bu bilgiler, belki de birçok kişinin hayatını kurtaracak kadar önemli.
Batman birinci derecede bir deprem kuşağında değil.
Bu hiç deprem olmayacak anlamına gelmiyor tabi ki.
Kentin tüm kurumları, deprem ile ilgili çalışmalarını kısa sürede tamamlamalı ve halka bilgilendirmeler yapılmalıdır.
Mahallelerde bulunan okulların konferans ve spor salonlarına mahalle sakinlerini davet ederek AFAD uzmanları tarafından deprem eğitimleri verilebilir.
Batman’da okullar, resmi binalar ve hatta eski konutların tümünde depreme dayanıklı olup olmadıklarını belirlemek için incelemeler yapılmalıdır.
Kent merkezindeki binaların büyük bölümü en az 30-35 yıllık yapılar.
Eminim 6,5 şiddetindeki bir depremde bile yerle bir olacak binalar var.
Hemen vakit kaybedilmeden bu kontrollerin yapılması gerekiyor.
Zaten şöyle çıkıp dolaştığınızda bu binaları kolayca fark edebilirsiniz.
Orta yerde sırıtıp duruyorlar.
Eski yapılaşmanın olduğu mahallelerde vakit geçirilmeden kentsel dönüşüm uygulanmalı ve bu eski binalar derhal yıkılmalıdır.
Yeni yapılaşmanın olduğu yerlerde binaların depreme dayanıklı şekilde yapılması desteklenmeli, bu konuda sıkı kontroller yapılmalıdır.
İleri seviyedeki ülkeler çok uzun yıllar önceden bunu yapıyorlarken, bizler çok geride kaldık.
Son olarak Elazığ’da yaşanan deprem büyüklüğü bu ülkelerde olsa belki birkaç yaralanma ile sonuçlanırken, bizde ne yazık ki onlarca insanımız ölüyor, binlercesi ise yaralanıyor.
Yakın geçmişimizden bile ne yazık ki dersler alamıyoruz.
1992 yılında Erzincan’da yine 6,8 büyüklüğünde deprem olmuş, 653 insanımız yaşamını yitirmişti.
1999 yılında Marmara ve ardından Gölcük depremlerini yaşadık. Buralarda 25 Bin’in üzerinde insanımız yaşamını yitirdi.
Daha çok değil, 2011 yılında Van’da meydana gelen depremde 644 can yitirdik.
Türkiye dünyadaki en aktif deprem bölgesinde bulunuyor.
Depremi sık sık yaşadık, öyle gösteriyor ki daha sık sık yaşayacağız. O zaman yapmamız gereken tek şey, Japonya örneğinde olduğu gibi depremle yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor.
Allah böyle bir acıyı bir daha göstermesin, ancak tedbirleri önceden mutlaka almamız gerekiyor…