Geçtiğimiz yıl 5 Haziran’da Diyarbakır ile başlayan ve ardından Suruç, Ankara ve son olarak İstanbul’da patlayan bombalar birçok canı aldı aramızdan.
Bu bombalar Avrupa ülkelerinde de patlıyor. Sadece Türkiye’ye has bir durum değil.
Ancak Avrupa’da patlayan bir bombanın ardından öylesine büyük önlemler alınıyorki, bir daha aynı olayın yaşanması güçleştiriliyor.
Tabu bunun yanında tüm Avrupa ülkeleri büyük oranda önlemler alıyor.
Mesela bir yıllık süre zarfında iki kez Fransa’da, bir kez ise Belçika’da terör saldırıları oldu.
Buradaki bu olayların ardından sorumlular gerekeni yaptı ve istifa etti.
Şimdi dönelim Türkiye’ye.
Geçen yıl 5 Haziran tarihinde HDP mitinginde patlayan bombaların ardından 4 kişi yaşamını yitirdi, yüzlerce kişi yaralandı.
Bu adeta ardından gelecek bu tür saldırıların habercisi gibiydi.
Bu patlamanın kaynağında DAİŞ vardı. Bu saldırı belkide sırf HDP’ye yönelik olduğu için iyi araştırılmadı. Hukukçular da zaten bu yönde eleştirilerde bulunuyorlar; yeteri hassasiyetin gösterilmediğini söylüyorlar.
Ardından 20 Temmuzda Suruç ve 10 Ekim’de Ankara garındaki patlamalar geldi.
Bu iki olayın da azmettiricileri bulunamadı. Bu durum daha da cesaretlendirdi birilerini. Ardından malum diğer saldırılar geldi. Ciğerlerimiz parçalandı ancak ne yazık ki tüm bu patlamalar ‘geliyorum’ dedi.
Ne hükümet bunda bir sorumluluğunun olduğunu kabul etti, nede bir bakan. Gazetecilerin ‘İstifa edecek misiniz’ söylemlerine bile gülerek cevap verdiler onca insan ölmüşken.
Tüm bu ihmaller öylece dururken, bir yandan insanlar ölürken bu patlamaları gerçekleştirenlerin daha önceden bilindiği iddiası tuz basıyor yarasına insanın.
Cumhuriyet Gazetesindeki bir habere göre, Ankara’da 10 Ekim'de 102 kişinin yaşamını yitirdiği patlamadan 25 gün önce, DAİŞ'in mitinglerde birden fazla canlı bomba ile eylem yapacağına dair istihbarat bilgisinin Ankara Emniyet TEM C Şubesi Müdürü Hüseyin Özgür Gür tarafından üstlerine ve mitingle ilgili önlem alan Güvenlik Şube Müdürlüğü'ne iletilmediği iddia ediliyor.
Eğer bu iddia doğruysa ortada büyük ve affedilemez bir ihmal var.
102 kişinin hayatını kaybettiği Ankara Garı katliamına ilişkin hazırlanan raporda o tarihteki Ankara Emniyet Müdürü ile TEM, Güvenlik ve İstihbarat Şube müdürlerinin de ihmal suçundan soruşturulması gerektiği belirtildi. Cumhuriyet Gazetesi'nde yer alan habere göre, müfettişlerin ön inceleme raporunda, daha önemsiz istihbarat bilgilerinin ilgili birimlere iletilirken, Suruç ve Diyarbakır patlamalarına rağmen Ankara'da mitinge yönelik canlı bomba saldırısı olabileceğine yönelik çok önemli istihbaratın Gür tarafından neden iletilmediğine ilişkin ‘değişik saiklerle’ ve ‘en azından ihmal suretiyle’ ifadeleri kullanılmış. Müfettiş raporunda o tarihteki Ankara Emniyet Müdürü Kadri Kartal da gelen istihbarat bilgilerine ve Diyarbakır-Suruç patlamalarına rağmen gereken önlemleri almamakla suçlandı. Raporun eklerinde ise 1 Ocak 2015 ile 10 Ekim 2015 tarihleri arasında polis ve MİT'in canlı bomba saldırılarına ilişkin 62 ayrı istihbarat notu olduğu bilgisi yer aldı. Müfettişlerin hazırladığı tabloya göre son istihbarat notunda 10 Ekim tarihinde canlı bomba Yunus Alagöz'ün adı yer alıyordu.
Mülkiye Başmüfettişi Özcan Bademci ve Turan Ergün ile polis başmüfettişleri Ayhan Acet ve Ertan Kara'nın hazırladığı 25 Şubat 2016 tarihli raporda, eski Ankara Emniyet Müdürü Kadri Kartal, eski İstihbarat Şube Müdür Vekili Cihangir Ulusoy, TEM Şube Müdürü Hakan Duman, eski Güvenlik Şube Müdür Vekili Adem Arslanoğlu ile TEM Şubesi C Büro Amiri Hüseyin Özgür Gür hakkında soruşturma izni verilmesi istenmesine rağmen Valilik soruşturma izni vermedi. Bu kararın gönderildiği Cumhuriyet Başsavcılığı itiraz hakkını kullanmadı ve dosyaya ilişkin işlemden kaldırma kararı verdi. Bu karara karşı şikâyetçi avukat Murat Yılmaz Danıştay'da dava açtı.
Valilik ve Başsavcılığın soruşturma yapılmadan kapattıkları dosyadaki müfettişlerin ön inceleme raporunda Ankara Garı'ndaki gösteri öncesinde alınacak güvenlik önlemleri planlamasında değerlendirilmesi gereken farklı birimlerden birçok istihbarat bilgisinin geldiği belirtildi. Raporda özellikle 14 Eylül 2015 tarihli istihbarat raporuna dikkat çekildi.
Raporda bu rapordaki bilgiler şöyle aktarıldı; ‘DEAŞ'ın ülkemizde büyük bir eylem yapma kararı aldığı, bu eylemle ilgili olarak seçtiği grubu Suriye Deyr Zor'da bulunan bir kampta özel eğitime tabi tutmaya başladığı, eylemin uçak-gemi kaçırma ya da miting- kalabalık yerde çok sayıda canlı bomba patlatma şeklinde kompleks bir eylem olabileceği yönünde teyide muhtaç bilgiler elde edildiği’ belirtildi.
Belgelere göre, patlamanın olduğu 10 Ekim sabahı İstihbarat Dairesi Başkanlığı ‘Gizli’ yazılı ibareyle Terörle Mücadele Daire Başkanlığı'na canlı bomba Yunus Emre Alagöz ile Hacı Yusuf Kızılbay ve Mehmet Işık'ın eylem hazırlığında olabileceğine ilişkin istihbarat bilgisi gönderdi. Yazıda, Işık ve Alagöz'ün aileleriyle helalleştikleri bile yer alıyor.
Şimdi bu durumda onca insanın büyük bir ihmalin kurbanı olduğu anlaşılıyor. Bu ihmal, hükümeti de bakanı da bağlar. Hangisi bu sorumluluğu üstlendi ve istifa etti.
Peki, bu kişiler vicdanen rahat mı?