Türkiye geçtiğimiz 15 Temmuz’da olağanüstü bir gün yaşadı.
FETÖ’nün darbe girişimi, halkın sağduyusu ve karşı koymasıyla bastırıldı.
Birçok canlar yitirdik, yok yere insanları sokak ortasında vurdular.
Bunu yapanlar cezasız kalamazdı. Nitekim öyle de oldu.
Hükümet, devletin neredeyse tüm kademelerine sızan FETÖ’cüleri ayıklayabilmek için Olağanüstü Hal (OHAL) uygulamasını başlattı.
Bu uygulama bazı prosedürleri ortadan kaldırmak ve süreci hızlandırmak açısından belki gerekli görülebilirdi.
Ancak, neredeyse bir yıllık süre geçmesine rağmen hala OHAL kaldırılmış değil. Hani bu uygulama getirildiğinde, “Belki 3 ay geçmeden işimiz biter ve kaldırırız” deniliyordu ya.
En kötü demokrasinin bile OHAL’den iyi olduğunu savunanlardan biriyim.
Aslında herkesin, özellikle gazetecilerin OHAL uygulamasına karşı olması gerekiyor.
Ama ne yazık ki sıkıyönetim ve OHAL’i savunan manşetler atan gazetecileri de gördük.
Bence artık bu uygulamanın kaldırılması lazım.
11 aylık sürede önemli ölçüde FETÖ üyesinin ya tutuklandığını, yada ihraç edildiğini görüyoruz.
Ancak hükümet ne yaptı, fırsat bu fırsat diyerek birçok alanı kapsayan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) çıkardı. Belkide hukuk devletinde, demokrasilerde yapılamayacak değişiklikler OHAL zırhının arkasına sığınarak gerçekleştirildi.
Bugüne kadar OHAL’e rağmen terör olayları ne yazık ki devam ediyor.
Ve KHK ile Meclis tamamen devre dışı bırakmış durumda neredeyse.
Sorunların çözümü OHAL’de değil, demokrasidedir.
Gerçekten Türkiye’nin şu sıralar OHAL’e değil, demokrasiye ve birlik ve beraberliğe ihtiyacı var.
Hükümet, her seferinde OHAL’i uzatma gerekçesi olarak “terörle mücadele” ve güvenlik sorununu gösteriyor. Ancak OHAL’in gerçek amacını Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş açıkça ifade etti; “OHAL gerektiği kadar devam edecektir. Biz de isteriz ki yarın sabah kalksın. Bakanlar Kurulu'na gelmedi. Milletin bekası, normal zamanda yapamayacağımız bize güç veren bir mekanizma olduğu için OHAL'in bize vereceği destekler göz önünde bulundurularak değerlendirilecektir.”
Söyle biraz gerilere gidelim…
Çok değil, 7 yıl öncesine…
Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin grup toplantısında konuşuyor; “Milli Birlik projesini paket olarak görmek isteyenler var. Sorunların bir gecede çözüleceğini düşünenler var. Süreci anlamıyor. Bu sorunların çözümüne yönelik en önemli adımı attık, inkar politikalarına son verdik. Tek başına bu bile demokratik açılımın yüzde 70-80'ninin başarıya ulaşması anlamına geliyor. Sorunu üreten zihniyeti değiştiriyoruz. Açılımın içi boşsa neden bu kadar kıyamet koparıyorsunuz? Sebebi basit, baskıcı anlayışlar tarihe gömülüyor. Süreç sadece hükümetin iyi niyetiyle yürümüyor. İçinde olanlar kötü niyetli olursa, ayak direrse sonuçta istendiği hızla alınmaz. Süreç içinde yasama ve yürütmenin iradesi dışında birçok olumsuz gelişmeler yaşandı. Yargının attığı birçok adımlar var. Milletim bunları iyi değerlendiriyor. Nerede kimler var? Hangi kurumların içerisinde kimler? … Bazı belediye başkanlarının tutuklanma şeklini doğru bulmadığımızı söyledik, tavrımızı koyduk.
Biz hükümet olarak risk aldık. Gönlümüzü, vücudumuzu bu taşın altına koyduk.
Güvenlik kaygılarının artmasından kim kaybedecek? Bu kirli oyunu bozmak istiyoruz. Kimse yardım etmese de halkın desteğiyle yürümeye devam edeceğiz. Biz sözümüzü yere düşürmeyeceğiz.
Türkiye bugün hep birlikte olağanüstü hale karşı çıkıyor, bu az şey midir? Olağanüstü hali biz kaldırdık.
Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi, şu ismin güzelliğine bak. Buna karşı çıkılır mı?
Açılımdan vazgeçersek Türkiye kaybeder, biz vazgeçemeyeceğiz.”
Sayın Başbakan, tabiri caizse ağzından bal damlıyor.
Aradan geçen sürede bu söylemlerden şimdilerde eser kalmadı.
Bizler her zaman güçlü bir demokrasinin olduğu bir Türkiye düşledik. Sanırım bunu düşlemek ne kabahat, nede suçtur. Ülkeyi yönetenler ise bunu sağlamakla yükümlüdürler.
Zaten bu güne kadar işbaşına gelen her hükümetin birinci hedefi bu olmuştur.
Şimdi geldiğimiz noktaya bakın, OHAL’de yaşıyoruz, OHAL’de bir bayrama daha giriyoruz.
OHAL’de bayramınız kutlu olsun…