Türkiye son yılların en korkunç darbe girişimlerinden birine sahne oldu.
Zaman geçtikçe işin boyutunun ne kadar korkunç olduğu çıkıyor ortaya.
Düşünsenize, halkın üzerine tanklarla ateş eden, keskin nişancılarla onlarca insanı katleden, üzerlerine bombalar yağdıran bir anlayış eğer darbede başarılı olsaydı kimbilir sonrasında neler olurdu.
FETÖ yapılanmasının yıllardır devlet kademelerini nasıl ahtapot gibi sardığını şimdilerde gözaltına alınanların ifadelerinden tüylerimiz diken diken olarak okuyoruz.
Özellikle 1990’lı yılların başından itibaren özellikle askeriye içinde yapılanmaya başlamış bu örgütün maksadı da yıllar sonra ortaya çıktı.
Sınavlarda yapılan usulsüzlüklerle yandaşı olan öğrencilere sınavlardan bir gün önce soruları getirerek sınavı kazanmalarının sağlanmasıyla binlerce kişinin hakkını yemişler.
Darbe girişimine karşı halkın darbesiyle tehlike şimdilik bertaraf edildi.
Bu unsurların devlet kademelerinden tamamen temizlenmesi gerekiyor. Şu an yapılan tamda budur zaten.
Şu ana kadar 50 Bin’in üzerinde kamuda çalışan kişi açığa alındı veya tutuklandı.
Neredeyse devletin tüm birimlerinde yuvalanmış FETÖ elemanlarının temizlenmesi için hükümet OHAL ilan etti.
2003 yılından bu yana tam 13 yıl aradan sonra yeniden OHAL ile tanıştık.
Şimdi tartışılan bu.
Acaba gerekli miydi? Sorusu soruluyor.
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, OHAL süresince Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin askıya alındığını belirtti ve şöyle devam etti; “Türkiye onlarca OHAL ilan etti, onların çoğu millete karşıydı. Şimdiki OHAL millete karşı değil devletin içindeki bu yapılanmaya karşı ilan edildi. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 15. maddesi çerçevesinde sözleşme askıya alınacak, bu üç ayda sözleşme işlemeyecek.”
İHD Genel Başkanı Türkdoğan, dünyanın hiç bir yerinde demokrasi için OHAL'in ilan edilmediğini belirtti, çıkış yolunun parlamento zeminini güçlendirmek olduğunu vurguladı. Türkdoğan, OHAL dönemlerinde temel hak ve özgürlüklerde ‘güvenlik’ gerekçesiyle kısıtlamalara gidildiğinin altını çizdi, “Bir şekilde mutlaka günlük hayat etkilenecek” dedi.
Polisin hakim kararı olmaksızın istediği yeri istediği zaman aramasından valilerin “riskli” gördükleri mahalleri, caddeleri, sokakları belirli saatlerde ulaşıma kapatmasına, sokağa çıkma yasağından belli eğlence merkezlerine giriş çıkışları belirlenmesine kadar bir çok tedbirleri devreye gireceğine dikkat çeken Türkdoğan, “Hükümet darbe girişimi nedeniyle başlattığı soruşturmalarda mevcut yasaları oldukça zorluyordu. Yasaların üzerinde uygulamalar vardı. Şimdi OHAL yasasının verdiği yetkileri kullanarak bunları yapacağını ifade etti. Umarım Sayın Cumhurbaşkanının söylediği pratik dışına çıkılmaz. Ama pratik tersini gösterdi. Bu yetkiler bir kere alınmaya başlandığı zaman güvenlik bürokrasisi sonuna kadar kullanmak isteyecektir.
Çok ciddi bir darbe girişimi oldu. Hepimiz direkten döndük. Yapılması gereken şey demokrasi ve insan hakları değerlerine bağlı kalmak, hem Türkiye içinde hem Türkiye dışında barış politikaları geliştirip bu kaostan hızlıca çıkmaktır. Buradaki temel prensip bu olmalı. Dünyanın hiçbir yerinde demokrasi için OHAL ilan edilmez. Tam tersine TBMM darbe girişimine direnmiştir, 4 siyasi parti ortak tutum almıştır. O meclisi güçlendirerek, ülkenin temel sorunlarının meclis zemininde çözümüne katkı sunacak bir siyasi proje konulması gerekiyor. Bunun yerine meclisin devre dışı bırakıldığı, sadece teknik olarak onay merkezine indirgendiği bütün yetkilerin yürütme organına, yürütme organı başkanı olarak Sayın Cumhurbaşkanı'na geçtiği bir döneme girdik.”
Tepkiler sadece Türkiye ile sınırlı değil.
Washington’daki DAİŞ karşıtı koalisyon zirvesinde konuşan Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier, OHAL’e tepki göstermek yerine ‘mümkün olduğu kadar kısa tutulması’ çağrısı yaptı. Steinmeier, OHAL süresince alınacak önlemler sayesinde darbe girişiminin tümüyle aydınlatılabileceğini, ancak bu önlemlerin hukuk devleti ilkeleri içinde ve orantılı olmasını istedi.
Darbe girişimi ve sonrasında yaşananlar nedeniyle ‘Türkiye’ye açık verilemeyeceği’ yönünde açıklamada bulunan ve önceki gün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘işine baksın’ dediği Fransa Dışişleri Bakanı’ndan yine uyarı geldi.
Fransa Dışişleri Bakanlığı’nın basın toplantısında, Türkiye’ye yönelik tutumun değişmediği vurgulandı. Bakanlık sözcüsü, Dışişleri Bakanı Jean-Marc Ayrault’un darbe girişimini mahkum ettiğini hatırlatırken, darbenin sorumlularının ‘hukuk devleti içerisinde yargıya teslim edilmeleri’ çağrısının da altını çizdi.
Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkan Hristiyan Sosyal Birlik Partisi (CSU) savunma ve dış politika sözcüsü Florian Hahn, Türkiye’yle hukuk devleti ve özgürlükler başlıklarında müzakere edilmesinin ‘anlamının kalmadığını’ söyledi. Hahn’ın Başbakan Angela Merkel’den Türkiye’ye ‘kesin bir sinyal’ vermesini isterken, CSU Genel Sekreteri Andreas Scheuer, müzakerelerin durdurulması çağrısı yaptı.
Angela Merkel’in partisi CDU’da ise ilk kez net bir tepki geldi. CDU’nun gençlik örgütü Junge Union’un genel sekreteri Paul Ziemjak, “Kim ki Türkiye’nin AB üyeliğini hayal ediyorsa, artık uyanmalıdır” diye konuştu.
OHAL’in bir kötü niyet olduğunu savunanlar bile var. Ancak hükümetin bu uygulamasının gerçekten kötü niyet mi, yoksa gereklilik mi olduğunu önümüzdeki süreçte hep birlikte göreceğiz.