Ortadoğu’daki barışın 50 yıldan fazladır tesis edilememesinin başlıca sebebi İsrail devletidir. Ancak ne hikmetse kimse başedemiyor bu küçük devletle.
Ne zaman bölgede bir kargaşa ve kaos yaşansa, altından hep İsrail çıkıyor.
Bu konuyu şöyle biraz araştırdım.
Daha bizler yokken bile İsrail sorunu vardı.
Yazılı kaynaklarda bu konu ile ilgili çok bilgi var.
Mesela, 50 yıl önce İsrail ile komşuları arasında savaş çıktı. Bu savaş sadece 6 gün sürdü ama etkileri bugüne kadar devam edilor.
1948 yılının sonunda Arap komşuları yeni kurulan İsrail devletini yok etmek için bir harekat başlattılar ve yenildiler. Mısır ordusu yenildi fakat ‘Felluce Cebi’ diye anılan bölgede kuşatılan Mısır birlikleri teslim olmayı reddetti.
Bir grup genç Mısırlı ve İsrailli subay bu kilitlenmeye son vermek için görüşmeler yaptılar. Bunlar arasında daha 26 yaşında İsrail'in güney cephesi harekatının başına getirilmiş olan İzak Rabin ve 30 yaşında bir Mısırlı binbaşı, Cemal Abdül Nasır da vardı.
Nazilerin Avrupa'da 6 milyon Yahudiyi katletmesinden sadece bir kaç yıl sonra, Yahudilerin ‘kutsal topraklarda’ bir devlet kurma rüyası gerçek olmuştu.
Filistinliler ise 1948'i ‘El Nakba’ yani ‘Felaket’ diye anar. Çünkü İsrail'in kuruluşu ile 750 bin Filistinli, topraklarından, evlerinden kaçmak zorunda bırakıldı ya da sürüldü ve bir daha geri gelmelerine asla izin verilmedi.
Araplar için ise daha yeni kurulmuş İsrail devleti karşısında alınan yenilgi yıllarca çalkantıları sürecek siyasi bir deprem yarattı.
Siyasetçilere güvenini kaybeden ihanete uğramış hisseden subaylar iktidara gözünü dikti. Suriye'de sürekli darbe oluyordu. Savaştan dört yıl sonra Cemal Abdül Nasır'ın başında olduğu bir grup genç subay da Mısır'da Kral Faruk'u devirerek yönetime el koydu.
1956'da Nasır, Mısır Cumhurbaşkanı oldu. Aynı yıl Süveyş krizinde İngiltere Fransa ve İsrail'e meydan okuyarak Arap dünyasının ulusal kahramanı haline geldi.
İsrail'de ise İzak Rabin orduda kaldı ve 1967 yılında genelkurmay başkanı oldu.
Araplar yenilginin acısını atlatamıyordu, İsrail ise komşularının onu yok etmek için birleştiğini hiç unutmadı. İki taraf da yeni bir savaşın er ya da geç kaçınılmaz olduğunu biliyordu.
İsrail ve Arap komşularının birbirinden nefret etmek ve karşılıklı kuşkulanmak için bol bol sebepleri vardı. Fakat 1950'ler ve 60'ların Soğuk Savaş ortamı bu nefret ve kuşkuları iyice besledi.
Sovyetler Birliği Mısır'ı modern bir hava gücüyle donattı. İsrail ABD ile yakınlaşmış fakat henüz ABD'den en büyük askeri yardımı alan ülke olmamıştı. 1960'larda İsrail Fransa'dan savaş uçağı ve İngiltere'den tank da aldı.
1948'den sonra İsrail, ‘kendisini istemeyen komşular’ arasında yaşamanın dezavantajına karşı savunmasını güçlendirmek için müthiş bir çaba gösterdi. Ayrıca dışardan 1 milyonu aşkın Yahudi göçmen çekti ve askerlik hizmeti yapacak vatandaşlarının sayısını iyice artırdı.
İsrail büyük bir hızla esnek ve ölümcül bir askeri güç inşa etmiş ve 1967'de kendi nükleer silahını üretmeye de epey yaklaşmıştı.
İbranice lakapları Sabra yani ‘Kaynana Dili’ olan doğma büyüme Orta Doğu'lu İsrailliler, diyaspora Yahudilerinin yaptığını düşündükleri hataları tekrarlamamaya yeminliydiler. Bu da her zaman kendini savunmaya hazır olmak ve bazen de ilk vuruşu yapmak demekti.
Rabin İsrail'in silahlı kuvvetlerinin gücüne güveniyordu.
Araplar, birlik olunca ne kadar büyük bir güç yaratacaklarını bir türlü göremediler. Sadece İsrail’in komşuları olan Arap ülkeleri isterlerse onu tükürükle boğarlar. Ama birlikteliği sağlayamıyorlar.
ABD’den de güç alan İsrail şu anda sadece Arap ülkeleri için değil, dünyanın birçok ülkesi için bir çıbanbaşı olarak görülüyor. İsrail-Filistin arasındaki sorun çözülünceye kadar da böyle olacak.
Son olarak ABD’nin İsrail’in başkentinin Kudüs olduğunu kabul etmesiyle bir şiddet sarmalının fitilini de ateşledi. Dünyanın Jandarmasına soyunan ABD’nin buna hakkı yok.