Suyun önemini şu iki cümle çok iyi anlatıyor; “Su, hayat için gerekli bir kaynaktır: onsuz yaşanmaz. Su, başka hiç bir elementin yapamayacağı gibi, milyonlarca insanı yerinden etme gücüne sahiptir.”
Batman geçtiğimiz hafta çok zor iki gün geçirdi.
Belediye ile kente enerji veren Dicle EDAŞ arasındaki krizin faturası, ne yazık ki 450 Bin nüfuslu koca bir şehre kesildi.
Tam iki gün süreyle kent adeta Kerbela’ya döndü.
Kavurucu sıcakların etkili olduğu bu iki günde susuz kalmanın ne kadar zor olduğuna tüm Batman halkı bir kez daha şahit oldu.
DEDAŞ, elektrik borcu olduğu gerekçesiyle Belediye’nin kente su sağlayan su kuyularının enerjisini kesti.
DEDAŞ borcunu istemesi ve talep etmesi kadar doğal bir hak olamaz.
Ama bunu tahsil etmenin çok farklı yolları var iken, 450 Bin nüfuslu bir şehri susuz bırakamaz.
Kimsenin su borcunu talep etmesine diyecek bir sözü yok.
Ancak izlediği mafyavari tutum kabul edilemez.
Hukukçular, “Yirmi birinci yüzyılda bir yurttaşın evinde elektrik veya suyun olmaması hiçbir şekilde izah edilemez bir durumdur.
Tekel niteliğinde bir kamu hizmeti sunan belediyenin ve/veya su, elektrik şirketinin sunduğu yaşamsal hizmeti, bedelini alamadığı gerekçesiyle durdurması tümden hatalıdır” diyorlar.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 28 Temmuz 2010’da suyu ve hıfzıssıhhayı insan hakkı olarak tanıyan ve bunu ‘yaşam hakkının tam olarak yerine getirilebilmesi için zorunlu’ haklar olarak tanımlayan tarihi bir kararı kabul etti.
Buna göre; “Su ve hıfzıssıhha hakkı bir insan hakkıdır, diğer bütün insan hakları ile eşittir, yani yasal olarak uygulanabilir ve ihlal edildiği takdirde yargı yolu açılabilir.”
Su hakkı uluslararası alanda ilk olarak 1977 BM Su Konferansı Mar Del Plata deklarasyonu ile kabul edilmiştir. Bundan sonra, Rio Konferansı’nda, Marrakech (1997) Su Forumunda, Hague (2000), ve Kyoto 2003 Dünya Su Forumu’nda su, bir ihtiyaç ve hak olarak kabul edilmiştir.
Yine, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 25. Maddesinde, “Herkesin gerek kendisine gerekse ailesi için, beslenme, giyim, barınma, sağlık ve öteki sosyal hizmetler de içinde olmak üzere; sağlığını ve güvencini sağlayacak, uygun bir yaşam düzeyine hakkı vardır” diyor.
Yaşam hakkının unsurları arasında ilk sırada ise, ‘Temiz içme ve kullanma suyuna ulaşım hakkı’ yer alıyor.
Suyun bir insani hak olduğunu ve çeşitli uluslararası kuruluşlarında güvence altına alındığını böylelikle öğrendik.
Peki, su borcunu bahane ederek yüzbinlerce insanı susuz bırakmak nasıl bir mantık.
DEDAŞ bu gücü kimden alıyor da, uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan insanların su hakkını gasp ediyor.
48 saat boyunca koca kentin insanları susuzluktan adeta kavruldu.
Kavurucu sıcaklarda insanlar bırakın banyo yapmayı, abdest alacak, içecek su bulamadılar.
Buna kimsenin hakkı yok ve olmamalı.
Şimdi gelelim bu kriz yaşanırken kentin siyasetçileri ve dinamiklerinin sessiz kalmasına…
Öncelikle belediye yönetiminin ilk etapta, ‘Kayyum dönemindeki borç yüzünden sular kesildi’ söylemleri çok yanlış.
Bu borç hem kayyum öncesi, hem kayyum dönemi ve kayyum sonrası dönemine ait.
Üstelik kayyum döneminde dahi olsa aynı miktarda ve yine aynı yerlerde kullanılan bir elektrik sarfiyatı.
Yani kayyum olsun olmasın bu elektrik kullanılacak.
Ama birilerinin de bu söylemler üzerinden sorunu çözmek yerine belediyeyi suçlayıcı yola başvurması doğru değildi.
Ortada mağdur olan koca bir kant var, ama birileri bundan ‘nasıl siyasi rant sağlarım’ havasında.
Belediye HDP’li olunca ilin diğer yöneticileri de doğal olarak bu sorunu çözmeye yanaşmadı.
Peki ya STK’lar, bir yıl boyunca an fazla 30 Bin kişinin faydalanabileceği uçak seferi için alanlara inen ve basın açıklaması yapan STK’lar, iki gün boyunca 450 Bin insanın susuz kalmasına seyirci kaldılar.
Neden acaba?
Kriz boyunca çabalayan bir iki STK’yı bu cümlenin dışında tutuyorum.
Bu ilin yöneticileri, siyasetçileri ve Sivil Toplum Kuruluşları ne yazık ki ‘su kesintisi imtihanı’nda sınıfta kaldı.