Kürtlere yönelik en büyük soykırım katliamı olarak tarihe geçen Halepçe'nin üzerinden 28 yıl geçti.
1988 yılıydı, 15 Mart’ı 16’ya bağlayan gece, o zamanlar Irak’ın tek ve vazgeçilmez egemeni, diktatör Saddam rejiminin kanlı bir uygulaması daha olmuştu. 70 bin nüfuslu Halepçe ilçesi bombalanmış, haritadan silinmeye çalışılmıştı.
Bu bombalama ile 5 Bin insan hayatını kaybetmiş, 15 binden fazla insan yaralanmıştı. Kimyasal gazlarla büyük bir katliam gerçekleşmişti. Bu soykırımın üzerinden 28 yıl geçti. Tarihin yaprakları arasında kalan Halepçe Katliamı nedeniyle de suçlanan devrik Saddam ne yazık ki, bu ağır suçtan cezalandırılıp asılmadı.
Eğer, Kürtler’e, Kürdistan’a yapılan saldırı ve imhadan caza alıp bu cezaları infaz edilseydi, bu uygulama belki o günlerin anısını biraz olsun yumuşatabilirdi. Ama ne yazık ki Halepçe yüreklerimizde kanlı bir soykırım olarak kalmaya devam ediyor.
Evet, 16 Mart 1988’de bir Kürt kenti zehirlenmişti. Sokaklar çocuk ve kadın cesetleri ile dolup taşmıştı. Manzara hazindi. Yoksul ve mazlum bir ulusun, kendini ifade etme olanağını bile bulamadığı o günlerde, yapılmış bu katliam bize daha da büyük acı vermişti. Bu kent Halepçe’ydi. Kürdistan Press Kürtçe attığı başlıkta ‘Bajarê ku hatiya jehrkirin Halepçe’ demişti. 70 bine yakın nüfusu ile bir kent, cıvıl cıvıl yaşamından alınıp, kana bulanmıştı. Hem de sivil insanlar, kadınlar ve körpe çocuklarıyla. Orada sıradan bir bombalama değil, kimyasal silahlar kullanılmıştı. Kent açıkça hayalet bir şehre dönmüştü.
O gün dünya, körpe çocuklarına sımsıkı sarılmış olarak sokaklarda boylu boyunca uzanmış babaları, kardeşleri ve bebeklerinin üzerine kapanmış anaları seyretti.
O günlerde alana giden ilk İsveçli gazeteci Stefan Hjerten’in açıklamaları unutulamaz.
Stefan Halepçe’yi Şöyle anlatıyordu; “Tek kelime ile büyük bir vahşetti! Halepçe’de korkunç bir savaş alanı görüntüsü vardı. Her taraf cesetlerle doluydu. Çocuklar, kadınlar sanki ölmemişler gibi, avlularda, masalarının başında, çocuklar evlerinde oyuncakları ile sessizce derin bir uykuya dalmış gibiydiler. (...) Görüntü gerçekten korkunçtu. Ama duygularla hareket etmeden ve hızlı bir şekilde olayı belgelemek gerekiyordu. (...) İran bölgede gaz maskeleri dağıtmıştı. Ama, ölenlerin hiç birinde gaz maskesi yoktu. Öyle görünüyor ki, zehir saçan bombalardan kurtulmak inancıyla, halk panik içinde evlerine kaçmış, kapılarını kilitlemiş ve kurtulacaklarını hesap etmişler. Ama, yayılan zehirli gaz hiç birinin kurtulmasına imkân tanımamıştı. Halepçe’deki manzarayı ifade etmek çok zor. Korkunçtu. (...)”
Bu korkunç olayı bütün Avrupa basını manşetten vermişti. En ilginç başlık da, Belçika’da yayınlanan De Morgen gazetesinindi; ‘Halepçe: Irak’ta açık mezar’.
The Guardian gazetesi, “Ölülerde hiç bir yaraya, bir damlacık kana ve patlamanın hiç bir izine rastlanmadığını” yazmıştı.
Reuter muhabiri olayı şöyle vermişti; “Ölü kadınlar çocuklarını kucaklarında sımsıkı tutmakta. Ölülerin mum gibi olan renkleri, Siyanid zehirlenmesinin sonucunda oluşmuş diyor doktorlar. Ölüler tıpkı yapma bebeklere benzemekte. Cesetlerin kokusu feci. Her yerden bütün şehre bu koku yayılmış…’’
Savaş alanlarında araştırmalar yapan uluslararası bir örgütün üyesi, Irak’ın 70’li yıllardan beri Kürtlere karşı zehirli gaz kullandığını bildiklerini açıklıyordu. 1984’de ise, bunun ancak çeşitli kaynaklarca doğrulandığını da eklemişti. Bu ilginç açıklamaya göre, gazlardan biri kabarcık hasıl eden ve deriyi yakan İperit gazı. Ve 1985’te alarm edilen Sinir Gazı, ki aslında haşerat ilacından üretilen bir madde ve boğucu Hidrojen Siyanür gazı kullanılmış. Son saldırı da ise, bu gazların hepsi birleştirilip kullanılmış.
Halepçe’deki zehirli gazlar savaş kurallarına aykırı kullanılmıştır. İran’a karşı Bağdat saflarında olmayan Kürtlere bir nevi ‘ceza’ verilmiştir.
Halepçe katliamı üzerine ‘Ortadoğu'nun Hiroşiması-Halepçe’ adlı araştırma kitabını yazan Necmettin Salaz, o günü şöyle anlatıyor; “1988 yılının Mart ayının13, 14 ve 15'inde Halepçe kasabası üzerinde askeri helikopterler ve savaş uçakları dolaşmaya başladı. Halk bunu çok normal karşıladı, çünkü savaş vardı ve onlar da tam sınır noktadaydılar. 16 Mart sabahı saat 10.00 ile 11.00 arasında Musul Geyare, Samara Bekir ve Kerkük havaalanlarından kalkan aynı uçak ve helikopterler havadan yere doğru boş kağıtlar atmaya başladı. Halk bunun ne anlama geldiğini o acı tecrübeden çok sonra anladı. Uzmanlar bu kağıtlarla rüzgârın yönünü tespit etmeye başlamışlardı. Çok kısa sonra da o tarihi bombardıman başladı. Rüzgarın yönüne uygun olarak bırakılmaya başlanan 'Sarin Gazı' kasabayı bir bulut gibi sarmaya başladı. Gökten çimentoya benzeyen bir toz bulutu iniyordu aşağıya. Evlerin altında, Kürtçe de ‘jérzemin’ denen sığınaklara ulaşabilen insanların bir bölümü kurtuldu, dışarıda kalanlardan 5 bin 549 kişi önce kör oldu, sonra ciğerleri parçalandı ve büyük acılar içinde kıvranarak yaşamını yitirdi. Hemen hepsi yoksul, günlük yaşamını zar zor idame ettiren insanlardı. Yaşları kundakla, 80 arasında değişiyordu. Bu katliamdan sonra sadece Enfal operasyonunda öldürülen toplam Kürt sayısı 182 bine ulaşarak dünyanın sayılı soykırım rakamları arasındaki yerini aldı.”
Halepçe hep bir sızıdır. Hiç bitmeyecek ve hiç dinmeyecek bir sızı. 16 Mart tarihi her Kürt için tarihin en kara lekesi olmalıdır.