Ufak tefek olaylar yaşansa da çözüm sürecinin devam ettiği 3 yıla yakın sürede herkesin istediği bir ortamı yaşadık.
Ölümlerin olmadığı, anaların gözyaşı dökmediği, şehirlere cenazelerin gelmediği bir süreç.
Şuna anlam veremiyorum; böylesine bir süreçten kim rahatsız oldu da süreci bitirdi.
Şimdi gelinen noktaya bir bakın.
O dönemi mumla arar olduk.
Hergün bölgeden ölüm haberleri geliyor.
Ülkenin dört bir yanına giden polis ve asker cenazeleri ocaklara ateşler düşürüyor.
Ölen gençlerin haddi hesabı yok.
Bir ‘Kamu Düzeni’dir tutturdular.
Kimse ne olduğunu tam manasıyla bilmiyor.
Tamamen polisiye yöntemlerle nasıl kamu düzeni sağlanacak bunu da açıklayacak mantık yok.
İmralı Heyeti sözcüsü HDP Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, önceki gün kutlanan Diyarbakır Newroz’unda konuşurken, Öcalan’ın Kamu Düzeni ile ilgili ilginç sözünü söyledi. Öcalan, “Kürt evine giremiyor, Türk evinden çıkamıyor” diye yorumlamış Kamu Düzeni’ni.
Gerçekten de şu an böylesine bir durum yaşanıyor.
Bölge illerinde ve ilçelerindeki çatışmalardan halk göç ediyor. Yani evlerine giremiyor.
Peki ya batıda durum ne?
Onlarda büyük şehirlerde patlayan bombalar yüzünden korkudan evlerinden çıkamıyor.
Türkiye'nin en kalabalık caddesi unvanını taşıyan İstiklal, ülkede art arda yaşanan bombalı saldırılar ve son olarak da 19 Mart'ta caddede 4 kişinin ölümü 39 kişinin de yaralanması ile sonuçlanan DAİŞ'in canlı bomba saldırısının ardından en sessiz günlerini yaşıyor.
Her gün ortalama 1,5 milyon insanın ziyaret ettiği caddede işyerleri bulunan esnaflar bir yandan patlamada yaşanan can kayıplarının üzüntüsünü yaşıyor, diğer yandan da karşı karşıya kaldıkları güvenlik sorunu ve ekonomik krizin etkisinde.
Ülkenin içinde bulunduğu savaş ortamından dolayı uzun süredir caddenin eski günlerine göre sessiz olduğunu belirten esnaflar, caddede gerçekleşen bombalı saldırının ardından sessizliğin daha da derinleştiğini söyledi.
Batıda da durum böyle ne yazık ki.
Ülkenin dört bir yanında vatandaşlar kendini güvende hissetmiyorsa, ortada bir yanlış var demektir. Kamu düzeninin sağlanamadığı bir ülkede Kamu Düzeni Müsteşarı hala görevdeyse, vay halimize.
Peki, Türkiye’nin şu anda içinde bulunduğu ortamdan kurtulması için ne yapılabilir?
Bunun için öncelikle ellerin tetikten çekilmesi gerekir.
Bunu sağlayacak güç kimde var derseniz, taraflı tarafsız herkes İmralı’da tutuklu bulunan Öcalan’ı gösteriyor.
Eğer yeniden heyetlerin görüşmeleri ve müzakereler başlarsa yine çatışmasızlık ortamı yaratılacağından şüphe duymuyorum.
Önceki gün kutlanan Diyarbakır Newroz’unda konuşan İmralı Heyeti Sözcüsü Sırrı Süreyya Önder de tam bu noktaya dikkat çekti.
Önder’in konuşmasından satırbaşları şöyle; “Bu bölgenin gerçekliğinden hiçbir şey anlamayanlar sürekli bizi baskı altına almaya çalışıyorlar. Falancayı kınayın, filancayı lanetleyin diyorlar. Buradaki anaları tanısalar evlatlarının bir kısmını dağlara bir kısmını mezara bir kısmını meclise gönderdiklerini bilirlerdi. Tahir Elçi şahsında hepsine söz veriyoruz. Bu barışı getireceğiz. Ölümler genç yaşında toprağa girenler boşu boşuna girmediler onlara borcumuzdur bu topraklara barışı özgür eşit bir yaşamı getirmek.
Barış uzak değil. Bu topraklarda iktidarı eline geçirenlerin hikmetle öğrenme alışkanlığı yok ancak felaketle öğrenebiliyorlar. Hem ülkemizi hem bölgemizi bir yeryüzü cenneti haline getireceğimiz yöntem nettir, açıktır, onun da yolu demokratik siyaset ve müzakerelerdir. Buradan İmralı Heyeti olarak Sayın Başbakan'a çağrı yapıyorum; laf kalabalığını bir kenara bırakın. Bölgenin gerçekliğini bizim kadar biliyorsunuz. Bunun sürdürülebilir olmadığını biliyorsunuz. Bölge halkının demokratik sabrı daha berhava olmuş değil. Sizde başbakansınız bu topraklara kaçak gelip gideceğinize açın İmralı yolunu sizinle mutabakat kaldığımız ne varsa oradan başlatalım bir hafta içinde ülkemizin çehresini değiştirelim. Sen el kapılarında vatandaşlarımızı serbeste dolaştıracağım derken memleketinizde insanlar dolaşamıyor bundan utanmıyor musunuz? Bütün arkadaşlarımız ve kurumlarımızla size son derece önemli bir çağrı yapıyoruz. Bütün annelere buradan taahhüt ediyorum; bu ülkede bu ciddiyetle yaklaşırlarsa çatışmasızlığın sağlanması bir haftalık iştir. 8 gün olursa beni Diyarbakır meydanında dara çekin, ah çeken alçaktır.”
Şimdi merak edilen konu, Diyarbakır’dan yapılan bu çağrının Ankara’da nasıl yankı bulacağı.
Amaç barışı getirmek mi, yoksa daha fazla kan dökmek mi? Bunun cevabını verecek olan hükümettir.
Bu kadar kan döküldüğü yetmez mi?