Bayramlar insanların en utlu olduğu günlerdir.
Dargınların barıştığı, fakirin hal hatırının sorulduğu, yetimin giydirildiği, yaşlıların en çok hatırlandığı, insanların yüzlerinin olabildiğince güldüğü en müstesna günlerdir bayramlar.
‘Nerede o eski bayramlar’ diye başlayan cümlelerin arkasından karamsar kelimeler birbiri ardına dizilir oldu şimdilerde.
‘O eski bayramların tadı yok’ derken, yaşadığı dağ gibi sorunları, geçim sıkıntısını, yarına olan umutların azaldığını haykırıyoruz belli ki.
Eskiden bayram tadında bayramdı; şimdi ise sadece tatil olarak bakılıyor.
Günler öncesinden tartışması başlıyor; ‘bayram tatili kaç gün olacak?’ muhabbeti…
Bayramlar çocuklar içindi de, biz mi büyüdük?
Yoksa gerçekten de kaybettiğimiz değerlerin arkasından üzülmekten başka çaremiz mi yok?
Sahi neydi o günlerde yaşadıklarımız?
Bayram; tatile gitmek değil, ziyaret etmek demekti.
Bayramda anane, babaanne demek kolalı mendil demekti.
Mis gibi ütülenmiş, kolalanmış, tertemiz mendiller torunlar için hazırlanırdı.
Aynı kıyafetlerle bayrama girilmezdi mesela, çünkü bayram; yeni ayakkabılar demekti evvela...
Arife gecesi yeni pabuçlarla beraber uyunurdu, annenin tüm kızmalarına aldırmadan, gizlice...
Sabah erkenden kalkılır, bayramlıklar giyilir, ailecek bayramlaşılır, sofraya oturulurdu.
Kahvaltı sofrasından kalkar kalkmaz, soluğu mahallede alırdı çocuklar, ellerinde şeker poşitleriyle...
Mahalleli hazırlığını yapardı önceden. Bozuk paralar, şekerler kapının yanında hazır bekletilirdi.
Sokakta hazır beklerdi bayram salıncağı, gıcır gıcır sesi duyuldu mu, koşar sıraya girerdi çocuklar...
Dünyanın en büyük lunaparkına gitmiş kadar eğlenirlerdi. Öyle jetonla, elektrikle falan değil, sadece salıncakçının gücüyle çalışacak kadar da samimiydi, bizdendi; seyyar salıncak.
Seyyar salıncaktan inen çocuklar, çatapat, kızkaçıran cephanelerini toplar, sokaklar sanki savaş meydanı olurdu.
Bayramdan günler önce atılırdı tebrik kartları, postaneler dolar taşardı.
Sevgililer, hediyelerini, mektuplarını aracılarla elden gönderirlerdi gizlice. Sabrı olan jetonlu kulübelerin önünde telefon sırası beklerdi, 1 dakika sesini duyabilmek için.
Samimiyetsiz ve tek şablonu toplu bayram mesajlarından önce, el öpmeler vardı.
Kolonyalar doldurtulurdu eczanelerden, mahalle bakkalından.
Herkesin kendi kolonya şişesi olurdu, en havalı kristalinden...
Misafire Türk kahvesi ikram edilirken, tatlı sohbetlere vesile olurdu...
Komşuda pişen mutlaka size de düşerdi...
Yemek kokuları mahalleye yayılır, hangi evde ne yemek piştiği anlaşılırdı.
Komşuluk vardı çünkü. Yan yana kapılarda yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmesin diye paylaşılır, komşunun tabağı asla boş gönderilmezdi geri.
Bayram da ekmek çıkmazdı; fırınlar, gazeteciler bile çalışmazdı. Tek bir gazete çıkardı; Bayram Gazetesi.
Farklı görüşler birlik beraberlik içinde olabilirlerdi bayramda, tek bir gazetede.
Birde dönük şimdilere bakıyorum…
Artık komşuyu bırakın, akrabalar bile ziyaret edilmez oldu.
Bayram alışverişini gönlünce yapmayan, ha bire geçin sıkıntısı çeken, bir sonraki aya çıkmanın hesaplarını yapan ihsanların yüzü nasıl gülsün ki bayramlarda.
‘Bayramın neşesi kalmadı’ derken tüm bu sorunların getirdiği bir sonuçtur aslında.
Çocuğuna istediği elbiseyi alamayan, tabağına en güzelinden şekeri koyamayan birinin yüzü nasıl gülsün ki.
Şimdi ‘Nerede o eski bayramlar’ sözü tam manasını buldu ne yazık ki.
Yine de bayram herkese gönlünce güzellikler getirsin diliyorum…