DTK’nın geçtiğimiz günlerde yaptığı toplantının ardından yayınladığı deklarasyon, bugünlerde en çok tartışılan konuların başında geliyor.
Bazı çevreler bunun bölünme olduğunu belirtiyor ve sert tepkiler gösteriyor.
DTK’nın deklarasyonu ‘Özerklik’ çerçevesinde bazı bölgelerin oluşturulması ve buraya has meclislerin olması yönünde.
Aslında bunun dışında pek bir şey yok bu deklarasyonda.
Ancak bazı medya grupları bunu öyle dallandırıp budaklandırdılar ki, sanki bir bölünme isteniyor havasına getirdiler.
DTK’nın veya HDP’nin istediği Özerklik yeni bir şey değil.
2007 yılında HDP mecliste grup kurduğu yıl hazırlanan ‘Özerklik kitapçıkları’ tüm milletvekillerine dağıtıldı. Özerkliğin ne olduğu, nasıl işleyeceği ve ne gibi faydaları olacağı anlatıldı bu kitapçıkta. O zaman bu kadar tepki gelmedi.
Bahse konu özerklik bilinenin aksine sadece Güneydoğu’daki iller için istenmiyor. Bu model tüm Türkiye için isteniyor.
Yani istenen Diyarbakır da özerk olsun, Bursa, Antalya veya Trabzon da özerk olsun.
Her ilin kendi meclisi olsun, ama merkezi hükümete yine bağlı kalsın.
Böyle düşününce pek te kötü bir şey istendiği söylenemez.
Ama sen bunu, “Bakın özerklik istediler. Bu bölünmedir” diye yalan ve yanlış empoze edersen mutlaka tepkiler gelecektir.
Nitekim tepkiler gecikmedi.
Derhal bu deklarasyonun yayınlandığı toplantı ile ilgili soruşturma başlatıldı.
İşin kötü tarafı, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, bir hukukçudan ziyade aşırı bir milliyetçi gibi sosyal medya hesabından şu sözleri paylaştı; “Özyönetim, afilli adına bakmayın siz, bir yerinden yönetim modeli değildir. Apaçık bir bölünme ve iç savaş davetidir.”
Sadece Feyzioğlu değil, İstanbul Baro Başkanı Ümit Kocasakal’ın da İstanbul Barosu’na ait internet sitesinde, “Talep edilen sözde demokratik özerklik veya özyönetim açıkça ülkenin bölünmesini istemek ve bu yönde bir kalkışma çağrısıdır” sözleri dikkat çekti.
Eğer hukukçular bunu söyler ve böyle düşünürse, vatandaşın ne düşüneceğini tahmin edersiniz sanırım.
Peki tepkilerin odağındaki DTK ve başındaki Eşbaşkan Hatip Dicle ne düşünüyor.
Dicle bu deklerasyonu yayınlamaktaki amacın şu olduğunu belirtiyor; “Halklarımız büyük bir tehlike ile karşı karşıya. Bu savaş konsepti tüm Türkiye halklarının mücadelesi ile durdurulmazsa çok büyük bir felakete yol açacağı kesin. Bizim deklarasyonumuz işte bu girdaba gitmeyi önlemek anlamında bir tekliftir. Devlete bir teklif veriyoruz. Diyoruz ki ey devlet, eğitimde, sağlıkta, tarımda, vergiler konusunda vesaire, devletin Kürt halkından aslında gasp ettiği o hakları, sadece Kürt halkı değil bütün Türkiye halkları açısından gasp edilen yetkilerini topluma devret. Toplum kendi sorunlarını kendisi tartışıp çözsün. Bu bölücülük anlamına gelmediği gibi önderlikte bunu savunmasında sık sık belirtir, devleti yıkma veya devletsizleştirme anlamına hiç gelmez. Önderliğin tanımladığı devlet artı demokrasi formülasyonun gereğidir bu. Demokrasiye ne demiştik halkın kendi kendisini yönetmesi. Toplum kendi kendini yönetecek, kendi sorunlarına çözüm bulacak. Yani diyelim eğitim var. Bizim Anadilde eğitim taleplerimiz hemen hemen bütün siyasi Kürt fraksiyonlarının temel talebi değil mi? En sağdan, en sola kadar ortak taleptir. Kürtlerin vazgeçilmez talebidir. Peki, biz devlete diyoruz ki senden bu sorunu çözmeni istemiyoruz, sen sadece o yetkini bize devret, biz yerelde Kürtler, Araplar, Süryaniler, Ermeniler, Türkmenler, kim varsa bu Türkiye’de Özek Bölgelerde yaşayanlar ki özerk bölgeleri de yalnız Kürdistan için de söylemiyoruz, hayatımızı örgütleyeceğiz. Bütün Türkiye sahası için öneriyoruz. Bunlar bütün kendi dil sorununu kendileri tartışsınlar ve dil konusunda onların yerel dilleri orada anayasada kabul edilsin, eğitim, müfredat konusunda o yerelin özelliklerine göre hazırlasın. Özellikle burada Midyat’ta Süryaniler var, şimdi onların dillerini anlatan müfredat hazırlansın, tarihlerini, dillerini belki diğer insanlarımıza öğreten bir müfredat oluşturabiliriz. Oluşturabilmeyiz…
Örneğin oluşan Özerk Yerel Meclisler, bir örnek vermek istiyorum; İstanbul mesela, tek başına bir bölge olabilir. Bu eğitimden tutun, sağlık, ekonomi, ekoloji, bütün alanlarda saydığımız o yetkiler İstanbul Meclisine devrediliyor. İstanbul’da nasıl meclisler oluşuyor? Bütün halkların özgür iradesi ile seçiliyor. Onun içinden tabi ki bir yürütme, yönetim mekanizması çıkıyor. Aynı devlet yapılarında olduğu gibi meclis, hükümet sistemi. Onların da adına bakan denilen veya başka bir isim verebilirsin her mecliste temsilcileri vardır. Şimdi onlar yalnız başına İstanbul’u yönetmiyorlar. İstanbul’un ilçeleri de var. İlçe meclisleri de aynı kendi ilçelerinde özerk yapıları var. Birde İstanbul’un daha mahalleleri var. O mahallelerde de aynı meclisler olacak. İstanbul’da farklı halklar var mesela, Türkler yaşıyor, Kürtler yaşıyor, Ermeniler yaşıyor, Rumlar var, kim varsa. Onlar kendi kendilerini yönetme, sorunlarını tartışma, gidip bu meclislerde kendini temsil etme yeteneğine ve yetkisine sahip olacaktır.”
Bu tartışma daha çok süreceğe benziyor. Bölünme mi değil mi? Bunu tartışarak öğreneceğiz.