Bölgede çatışmalar başladıktan sonra hak ihlallerinde de artış oldu.
30 yılı aşkın süredir bölgede yaşanan çatışmalarda öldürülen örgüt üyelerinin cenazelerine yönelik işkenceler hep gündeme gelmiştir.
Özellikle 90’lı yıllarda kafa, kulak veya herhangi bir uzuv kesme sıradan bir hal olmuştu.
Ancak sonrasında bu türden işkencelere yönelik itirazlar artınca en azından bu durumların açıkça teşhir edilmesi engellenmişti.
Taa ki geçtiğimiz yıl Muş’un Varto ilçesinde yaşanan bir çatışmaya kadar.
Burada güvenlik güçleriyle girdiği çatışmada yaşamını yitiren örgüt üyesi Ekin Wan, bazı polisler tarafından çırılçıplak halde resimleri çekildikten sonra sosyal medya üzerinden basına servis edilmişti.
Ekin Wan olayı büyük yankı buldu. Neredeyse tüm bölgede ve birçok batı illerinde kadınlar ayaklandı, insan hakları örgütleri karşı çıktı ve hukukçuların tepkisiyle karşılaştı.
Gelen tepkiler üzerine Başbakan Davutoğlu açıklama yaptı, valilik ise polisler hakkında soruşturma başlattığını duyurdu. Tabi sonrasında ne oldu bilmiyoruz. Yani soruşturma sadece tepkiler üzerine açıldı ve bir arpa boyu yol almadı.
Bu olayın bir benzeri ise geçtiğimiz gün Cizre’de yaşandı.
Cizre'de çatışmada yaşamını yitiren ve ismi henüz tespit edilemeyen bir kadının soyularak sosyal medya hesaplarında çıplak teşhir edilmesi, tepkileri beraberinde getirdi.
Bu olayın ardından harekete geçen Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu, olayı BM’ye taşımaya hazırlanıyor. Büronun kurucusu avukat Eren Keskin, Türk devletinin Kürdistan’da 1990’dan bu yana kadına yönelik şiddeti bir savaş yöntemi olarak kullandığını vurguladı. İnsan hakları savunucuları olarak 1990’lı yıllarda gerilla kadınların cenazelerine yapılan işkenceleri bizzat otopsilere katılarak tespit ettiklerini belirten Keskin, “Bu gerilla kadınlar arasında bedenleri çıplak teşhir edileni, yine çıplak bir şekilde cenazeleri zırhlı araç arkasına bağlanarak sokaklarda dolaştırılanları vardı” dedi.
Uluslararası hukukta kadına yönelik şiddetin, özellikle Bosna ve Ruanda savaşlarından sonra, hem savaş hem de insanlık suçu olarak değerlendirildiğine dikkat çeken Keskin, Cizre’de bir kadının bedeninin yine çıplak olarak teşhir edilmesinin açık bir savaş suçu oluşturduğunu kaydetti. “Cenevre Konvansiyonu’na göre Türkiye açık bir savaş suçu işledi” diyen Keskin, “Biz, Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu olarak, bu hafta BM İşkenceyi Önleme Komitesi’ne bu konuda bir başvuru yapacağız ve bu olayın araştırılması için Cizre’ye bir heyet gönderilmesini isteyeceğiz” dedi. BM’nin bu konu hakkında koyduğu açık hükümler ve aldığı kararlar olduğunu hatırlatan Keskin, bu hükümlerin sözleşmeye taraf olan Türkiye’de art arda ihlal edildiğini, bunun bir yaptırımı olması gerektiğinin altını çizdi. Keskin, “Bu sözleşmeler çocuk oyuncağı değil. Sadece süs olsun diye yapılmıyor. Bu sözleşmeleri imzalayan devletlerin onlara uyma yükümlülüğü var” şeklinde konuştu.
Son aylarda peşpeşe yaşanan bu iki olay, ‘Acaba kadına yönelik bir tahammülsüzlük mü var?’ sorusunu getiriyor akıllara.
Bu soruyu destekleyen son olay ise İstanbul gibi metropol bir şehirde yaşandı.
HDP Eşgenel Başkanı Figen Yüksekdağ, İstanbul-Sultangazi ilçe kongresinden çıktıktan sonra aracının önü Özel Harekat Polisleri tarafından kesilerek araca silah doğrultuluyor.
Bu mecliste 60 milletvekili olan bir siyasi partinin Eşgenel başkanına yapılıyor.
Hele bu olay ile ilgili HDP’den yapılan açıklamada kullanılan ifadeler yenilir-yutulur cinsten değil.
Tehditlerin kınandığı açıklamada, şu ifadeler kullanıldı; “Partimize yönelik darbeci anlayışın ürünü olan uygulamalardan biri, bugün İstanbul’da Eş Genel Başkanımız Sayın Figen Yüksekdağ’a yönelik olarak yaşanmıştır.
Sayın Yüksekdağ bugün İstanbul Sultangazi’deki ilçe kongremizden ayrıldıktan sonra, içinde bulunduğu araç yaklaşık 500 metre ileride, Gazi Mahallesi Eski Karakol önünde özel harekat polisleri tarafından silah doğrultularak durdurulmuştur.
Sayın Yüksekdağ’ın araçta bulunduğu yetkililer tarafından bilindiği ve araçta bulunan arkadaşlarımız kendilerini kartla ve sözlü olarak tanıttıkları halde, özel harekat polisleri ‘Burası Gazi, buraya girişe de çıkışa da biz karar veririz’ ve ‘Kim olursan ol, dur dedim mi duracaksın’ türü ifadeler kullanmış, son derece kaba ve çirkin bir yaklaşım sergilemiştir. Yetmezmiş gibi özel harekat polisleri ellerindeki silahları araca yöneltmekten geri durmamış, ancak bir arkadaşımızın telefonla görüntü almaya başlaması üzerine silahlarını gizlemişlerdir. Sayın Yüksekdağ’ın içinde bulunduğu araç ancak bundan sonra yoluna devam edebilmiştir.
Meclis’teki üçüncü partinin Eş Genel Başkanı Sayın Figen Yüksekdağ’a yönelik özel harekat polisinin bu tutumu, JÖH ve PÖH adlı örgütlerin Silopi’de, Sur’da, Cizre’de Saray savunması yapan anlayışının İstanbul’daki uygulamasıdır. Eş Genel Başkanlarımıza yönelik olası bir saldırıdan Saray darbesinin uygulayıcısı İçişleri Bakanlığı, bağlı olduğu Hükümet ve Saray'daki kişinin kendisi doğrudan sorumlu olacaktır.”
Kürt kadınları her alanda cesaret ve mücadeleci kimliğiyle bilinir. Acaba bu uygulamalar bunun bilinciyle ve sindirme amaçlı mı yapılıyor? diye düşünmeden edemiyor insan.