Yanıbaşımızdaki ilçe Silvan’da 12 gün süren sokağa çıkma yasağının sona ermesiyle yaşananlar günyüzüne çıktı.
12 gün boyunca orada neler yaşandığından kimsenin haberi olmadı.
Mescit ve Tekel mahallelerinde neredeyse kurşun ve roket isabet etmeyen tek bir ev bile yok.
Herhalde birileri kamyonlarla cephane taşımış çatışmaların yaşandığı mahallelere.
Bazı evlere bakıyorsun eski ve kullanılmayan evler zannedersin, ancak hiçte öyle değil. O kadar çok kurşun isabet etmişki, cam-çerçeve şöyle dursun, duvarlar bile yıkılmış.
12 gün boyunca kimsenin haber alamadığı ilçe neredeyse harabeye döndü.
Şimdi sokağa çıkma yasağının ardından yaralar sarılmaya çalışılıyor.
Silvan belediyesinin yanısıra Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ekipleri de sokaklarda çalışıyor.
Orada yaşananları merak eden vatandaşlar şimdi akın akın Mescit ve Tekel mahallelerine gidiyor.
Bilmezsen bir turistik gezi zannedersin.
İnsanlar meraklı ve hayretler içinde etrafa bakınıyor, kimisi ise elinde fotoğraf makinesi veya cep telefonu resim çekiyor. Kaydettikleri tarihi bir mekan değil, tarihin tanıklık ettiği en büyük zulümlerden biridir.
Orada neler yaşandığına dair Mazlum der heyetinin incelemeleri olmuştu. Ve bu incelemelerin ardından hazırlanan rapor açıklandı.
Mazlum-Der Diyarbakır Şubesi Yönetim Kurulu üyesi Derya Tanrıverdi, ilçede güvenlik güçleriyle PKK'nin gençlik yapılanması YDG-H'liler arasında çıkan çatışmalar nedeniyle 3 mahalleden yaklaşık 25 bin kişinin evlerini terk ederek, başka mahalle ya da farklı illere göç ettiğini söyledi. Çatışmaların olduğu mahallelerde güvenlik güçlerince duvarlara yazılar yazıldığını söyleyen Tanrıverdi, “Bu yazılamalar çatışma mahallinde yaşayan sivillere karşı yerleşik bir nefret duygu durumunun yaşandığına işarettir. Yaşananlara ve yazılamalara maruz kalan mahalle sakinleri ve özellikle çocuklar otoriteye karşı güvensizlik ve nefret duygularına sahip olma eğilimi taşımaktadır” dedi. Tanrıverdi, duvara yazı yazanların saptanarak, soruşturma açılmasını istedi.
Derya Tanrıverdi, çatışmalar nedeniyle 3 mahalle başta olmak üzere Silvan'da ticari faaliyetin durma noktasına geldiğini ifade ederek, “Birçok işletme ve işyeri kepenkleri kırılarak kullanılamaz hale getirilmiştir. Bazı dükkan ve marketlerin ateşe verildiği görülmüştür” diye konuştu.
Devlet yetkililerince sivil ölümlerinin görmezden gelindiğini de iddia eden Tanrıverdi, bu nedenle kamuoyundan ve yaşamlarını yitirenlerden özür dilenmesini istedi.
Çatışmalarda ölenler ve yaralananlarla ilgili adli sürecin başlatılması gerektiğini söyleyen Tanrıverdi, şunları söyledi; “Operasyonlara katılan emniyet güçlerinin silahlarına el konularak ölü ve yaralıların vücutlarından çıkan mermi çekirdekleri üzerinde balistik inceleme yapılmalı. Olaylarda kastı, ihmali ve kusuru olanlar tespit edilerek açığa alınmalı. Haklarında adli ve idari süreçler adil ve etkin bir şekilde işletilerek sorumlular cezalandırılmak suretiyle kamu vicdanı tatmin edilmelidir.”
Ölenlerin aileleri ve işyeri talan edilenlere tazminat ödenmesi de isteniyor raporda.
Peki 12 gün boyunca ölüm ile yaşam arasındaki ince çizgide kalan Silvan halkı ne diyor.
Tekel Mahallesi'nde oturan 83 yaşındaki Mehmet Şerif Coşkun, yeğeni Engin Gezici'yi kurtarmaya çalışırken vurulan İsmet Gezici'nin cenazesinin mahalleden çıkartan 5-6 kişiden biri olduğunu belirtiyor ve ekliyor; “Bir bendim, iki çocuğum ve eşim. Aldık cenazeyi. Bir de giderken bağırdım. Gelin Allah için, biz insanız. Biz Müslümanız. Yetmez mi o kadar ölüm, acı? Yetmiyor mu? O tepenin karşısından mermi geliyordu. Top sesi geliyordu. Rüzgar gibi mermiler arkamızdan geliyordu. Burada ne yapalım? Ya bizleri tamamen imha etsinler ya bu son olsun.” Sonra evini göstererek, “Ben bu evde üç gün üç gece aç kaldım. Lahana yaprakları var ya, üç gece yediğimiz içtiğimiz lahana yaprakları oldu. Su yoktu. Elektrik yoktu. Kurşunlardan su depoları delinmişti.”
Çatışmada vurularak öldürülen Yakup Sinbağ’ın evinde yas var.
Taziyeye gelen gidenlerin hesabı yok.
Anne Fatma Sinbağ Kürtçe ağıtlar yakıyor, “12 günde bize bir katliam yaşattılar” diyerek başladığı sözlerini şöyle sürdürüyor; “Bizler kaçtık ancak çocuklarım kaldı. Biz gittikten sonra bir çocuğum öldürüldü. Bunu televizyondan öğrendim ve mahalleye geldim. Her yerden top atışları yapılıyordu. Her yerden silah sesleri geliyordu. Çığlıklar yükseliyordu. Biz de bunlar nedeniyle üstüne gidemedik, sonradan hastaneye kaldırdılar. Benim çocuğum evinde yaşayan sivil bir gençti. Burada 'terörist' diye hep sivilleri öldürdüler. Vicdan ve adalet kalmamış. Onların çocuklarına böyle yaklaşılsa kabul ederler miydi? Oğlumuzu suçsuz, günahsız bir şekilde evde öldürmelerini kabul etmiyoruz. Bizler hep barış istedik, hala da barış diyoruz. Biz ne gerilla annesi, ne asker annesi, ne de polis annesinin ağlamasını istemiyoruz.”
Oğlu, canının yarısı öldürülürken bile ‘Barış’ isteyen bir anne gördünüz mü? Canı gitmiş ama o yine de ‘Barış’ istiyor. Ülkeyi yönetenler duyar mı acaba?