Yaşı 50 ve üzeri olanlar 12 Eylül darbesi sonrasında uygulanmaya başlanan ‘Olağanüstü Hal Uygulaması’ yani OHAL’i çok iyi hatırlar.
Olağanüstü hal uygulamasının yasal altyapısı 1982 Anayasası ile oluşturuldu.
Türkiye'de olağanüstü hal uygulaması süreci ise PKK’nın Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla başladı.
19 Temmuz 1987 tarihinde Turgut Özal hükümetinin çıkardığı kararname ile terör olayları nedeni ile Olağanüstü Hal Bölge Valiliği oluşturuldu. Kararname ile Bingöl, Diyarbakır, Elazığ, Hakkari, Mardin, Siirt, Tunceli ve Van illeri, Bölge Valiliği kapsamına alındı. Adıyaman, Bitlis ve Muş ise mücavir il olarak belirlendi.
Batman ve Şırnak’ın da il olmasıyla Bölge Valiliği sorumluluk alanındaki il sayısı 1990’da 13’e yükseldi.
Terör eylemlerinin azalmasıyla 1996'da ilk olarak Elazığ, ardından da Mardin, Muş, Bingöl, Batman, Bitlis, Siirt ve Van olağanüstü hal kapsamından çıkarıldı.
Olağanüstü hal 30 Kasım 2002 günü tamamen kaldırıldı.
15 Temmuz darbe girişiminden önce meclise sunulan yasa tasarısında OHAL yetkisi bakanlar kuruluna veriliyordu.
Meclis’e gönderilen tasarının daha önce ilan edilen OHAL’i ‘örtülü’ olarak getirdiğine dikkat çekilirken, daha önce terörle mücadelenin birkaç ili kapsayacak şekilde yapılacağı durumlarda OHAL’in ilan edildiği ve dört ayda bir Meclis’ten onay alındığı hatırlatıldı.
Hazırlanan tasarıyla bu yetkinin tamamen bakanlar kuruluna verildiği belirtilmişti.
Bu görüşmelerden yaklaşık bir ay sonra darbe girişimi oldu ve Bakanlar Kurulu kendisine tanınan yetki gereği tül ülkede OHAL ilan etti.
Anayasanın 15'inci maddesinin 1’inci fıkrası, olağanüstü hallerde temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının durdurulması veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilmesini, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklerin ihlal edilmemesi kuralına bağlamıştır. Milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler içine öncelikle milletlerarası hukukun genel prensipleri, sonra da devletin taraf olduğu sözleşmelerden doğan yükümlülükler girer. O halde, olağanüstü hallerde yapılan düzenlemeler, önce milletlerarası hukukun genel ilkelerine, sonra da Türkiye’nin imzaladığı sözleşmelere uygun olmak zorundadır. Bu sözleşmelerin başında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gelir.
OHAL süresinde Meclis devre dışı kalır ve inisiyatif tamamen Bakanlar Kurulundadır.
Şimdi itiraz edilen durum, Bakanlar Kurulunun OHAL kapsamında kendisine tanınan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çıkarma yetkisiyle ülkeyi yönetmeye çalışmasıdır.
Buna en sert tepkiyi CHP verdi.
Kanun Hükmünde Kararnamelere karşı Anayasa Mahkemesine (AYM) başvurdu.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun, “Meclis'i devre dışı bırakmayın, FETÖ ile ortak mücadele edilmeli ve Meclis'in onayını almalısınız” ısrarı hükümetten karşılık bulmadı. CHP de hükümetin Meclis'i devre dışı bırakması üzerine aynı taktiği uygulamaya karar verdi. Meclis kararını beklemeden başvuru yapılabileceğine ise SHP'nin 1990 ve 1991'de hükümetin, OHAL bölgesindeki uygulamalar için çıkardığı KHK'lara karşı açtıkları iptal davaları örnek olarak gösteriliyor.
Meclis İçtüzüğüne göre, OHAL kapsamında çıkarılan KHK'ler, kanun tasarı ve tekliflerinden önce ivedilikle en geç 30 gün içinde görüşülerek karara bağlanması gerekiyor. Komisyonlarda en geç 20 gün içinde görüşmeleri tamamlanmayan KHK'lar Meclis Başkanlığı'nca doğrudan doğruya genel kurul gündemine alınması şartı bulunuyor.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Yasemin Öney Cankurtaran'ın hazırladığı ve Parti Meclis'ine sunulan KHK raporunda da ise şu belirlemeler yapıldı; “Bakanlar Kurulu'nun asıl endişesi, komisyon incelemesindense Anayasa Mahkemesi incelemesidir. Meclis'ten geçerek kanun haline gelen “eski” KHK'ler için Anayasa Mahkemesi'ne iptal davası açılabilecektir. Bu nedenle AKP, KHK'leri bekletmeyi tercih etmektedir.
KHK'lerin, hukuki denetimin dışında olması kötü niyet ihtimalini ortaya çıkarmaktadır. Kanunlar tek başına iyi ya da kötü değildir. Kanunların içeriğinden daha önemli olan, uygulayıcılardır.
KHK'lerin, darbe kalkışmasında rolü olanlara veya cemaate yönelik tedbirlerin ötesine geçerek, ekonomik ve toplumsal hayatın, olağanüstü hale neden olan konularla ilgisi bulunmayan alanlar da dahil olmak üzere, düzenlenmesini kapsamaya başladığı görülmektedir. AKP, durumu fırsata çevirerek, “Cemaat ile mücadele” adı altında, bugüne kadar muhalefet engeline ya da uzun zaman alacak yasama sürecine takılarak, yapılamayan ne varsa “serbestçe” gerçekleştirmeye çalışmaktadır.”
OHAL uygulaması, devletin içine sızmış FETÖ mensuplarının ayıklanması maksadıyla çıkarıldı. Ancak bunu bir fırsat olarak görmek ve farklı gruplara yönelik, ‘Bunları da aradan çıkarayım’ mantığı doğru değil.
Hukuk devletinde bunun yeri yoktur.
OHAL çıkarıldığındı hükümet sözcüsü bu uygulamanın 3 ay için çıkarıldığını, ancak daha kısa sürede FETÖ soruşturmaları tamamlandığındı bu süre beklenmeden kaldırılabileceğini belirtmişti.
Önceki gün toplanan Milli Güvenlik Kurulu ise OHAL’in uzatılmasını hükümete tavsiye etti. Bu tavsiyenin kabul görmemesi mümkün değil. Anlayacağınız 18 Ekim’de bitecek OHAL’in ardından en az bir 3 ay daha OHAL ile yaşayacağız.