Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.
Hendek savaşının devam ettiği günlerdi. Müslümanlar, açlık, susuzluk, soğuk ile imtihan edilirken münafıkların ortalığı karıştırmasıyla da uğraşıyorlardı. İslam ordusunun ertesi güne hazır kalkabilmek için istirahate çekildiği bir gece vaktiydi. Resulüllah'ın yanında saf düzeninde bir avuç mücahit kalmıştı. Şartların ağırlığı nedeniyle mevcut savaş ortamı ziyadesiyle zorlayıcıydı. Zira Ebu Süfyan komutasındaki müşrik kuvvetler bir tarafta, Kureyza Yahudileri diğer tarafta pusudaydılar. Yaşlı ve çocuklara baskın yapılacağı endişesi hakim olduğundan Müslümanlar kaygı içindeydiler. Gecenin zifirî karanlığına gök gürültülerini andıran korkutucu rüzgar eşlik ediyordu. Müminlerin içinde bulundukları psikolojik şartlar düşünüldüğünde gece ve gürültü duyulan endişeyi en üst seviyeye çıkarıyordu. Derken Hz. Peygamber (s.a.s) sahabenin yanına gelerek şöyle buyurdu: "Aranızda bizim için gidip şu kavmin ne yaptığını öğrenip haber verecek kimse var mı? Ben de onu cennette bana arkadaş kılması için Allah'a dua edeyim."
Yaşadıkları şiddetli açlık, soğuk ve endişeli bekleyiş sebebiyle olmalı ki orada bulunanların hiçbiri bu soruya karşılık verme cesaretinde bulunamadı. Resulüllah'ın çağrısı karşılık bulmayınca "İçinizde şu düşman kavminden haber getirecek hiç kimse yok mu? Duam şudur ki Allah onu, kıyamet gününde benim yanımda bulundursun!" diyerek sorusunu iki kez daha tekrarladı. Talebine karşılık bulamayan Allah Resulü, üzerinde boyu dizlerini geçmeyen bir gömlekten başka giysi bulunmayan, soğuk ve rüzgarın iliklerine işlediği ve yerinden kalkacak dermanı bulunmayan bir sahabenin yanına vararak şu soruyu sordu: "Sen geceden beri benim söylediklerimi işitmedin mi?" Neden kalkmadın?" Soğuktan tir tir titreyen sahabe şiddetli açlık ve soğuktan dolayı karşılık vermediğini çekinerek dile getirdi. Resulüllah ona: "Git şu kavim ne yapıyor bir gözle bakalım! Onlara hissettirmeden bize haber getir! Yanıma dönünceye kadar da onlara saldırma! Olay çıkmasın!" diyerek tembihte bulundu ve ona dua etti.
Hz. Peygamber'in (s.a.s) yaptığı dua sonrası dinçleşen sahabe, kılıcını ve yayını alıp müşrik ordusunun karargahına doğru yürüdü. Yoldayken sanki az önce soğuktan donan o değilmiş gibi sıcacık hissediyordu kendini. Gece ve fırtınadan yararlanarak nihayet müşrik ordugahının yakınına vardı. Ebu Süfyan ve bazı müşrikler, bir ateşin başında ısınmaya çalışıyorlardı. Tam vaktidir diyerek sadağından okunu çıkarıp yayına yerleştirdi. Tam yayını germişti ki kulağında Hz. Peygamber'in şu sözleriyle kendine geldi: "Onlara bir şey hissettirme! Olay da çıkarma” saldırı düşüncesinden vazgeçti. Cesaretini topladı, düşmanın arasına katılıp yanlarına oturdu. Ebu Süfyan, aralarına bir yabancının sızmış olabileceğini hissetmiş olmalı ki ayağa kalkarak müşrik ordusuna şunları söyledi: "Aranızda casuslar ve gözcüler bulunabilir. Herkes yanında bulunanın kim olduğuna baksın! Her biriniz, yanında oturanın elini tutup ona kim olduğunu sorsun!" Bu söz üzerine soğukkanlı sahabe, yanındakine fırsat vermeden sakin bir şekilde hemen sağ elini uzatıp yanında oturan kişinin elini tuttu ve ona kim olduğunu sordu. "Amr b.As" cevabını alınca bu kez sol elini uzatıp sol yanında oturan kişinin elini tutarak ona ismini sordu. Aldığı cevap "Muaviye b. Ebu Süfyan" idi. Böyle davranarak onların soru sormalarını ve kendisinden şüphelenmelerini engellemiş oldu.
Düşman karargahında yaşananları birebir gözlemleyen bu cesur sahabe, Hz. Peygamber'in (s.a.s) yanına döndüğünde tekrar tir tir titremeye başlamıştı. Resulüllah eliyle işaret ederek onu yanına çağırdı. Namaz kıldığı kilimin bir ucunu onun üzerine örttü. Müşrik ordusundaki durumu rapor etmesini isteyince olanları detaylarıyla birlikte cesur gözcüden dinledi. Ayak ucuna yatmasını buyurduğu bu üşümüş sahabenin üzerine ısınması için kilim örttü. Hemen uykuya dalan yorgun gözcü sabah namazına kadar istirahat etti. Hz. Peygamber'in (s.a.s) tebessümle "Ey uykucu kalk artık!" buyurması üzerine uykusundan uyandı. Yaşanan hadiseyi detaylarıyla birlikte anlatan bu cesaret abidesi sahabe "Resulüllah'ın Sırdaşı" lakabıyla Maruf Huzeyfe b. Yeman'dır (r.a). Medine doğumlu olup asıl adı Huzeyfe b. Huseyl b. Cabir'dir. Bir kan davasına bulaştığı için Mekke'den kaçıp Medine'ye yerleştiği ve orada aslen Yemenli olan Abdüleşheloğulları ile bir antlaşma yaptığı için babası Huseyl'e "Yeman" denilmiştir. Huzeyfe de bu münasebetle Huzeyfe b. Yeman olarak anılmıştır. Rabbim bu seçkin sahabe hatırına bizleri bağışlasın.
Allah'ım! Recep ve Şaban aylarını bizlere mübarek kıl bizleri Ramazan ayına ulaştır. Devamı gelecek hafta....