1- Boynun Devrile İsrail
Yaa Rabbi tez zamanda geberesin İblis soyu Siyonisler. Vurup yıktığın insanlarla beraber inşallah senin sonun da yakındır. Buradan tüm ahlaki değerlerden soyutlanıp, en süfli duygularla bir şeyler yazsak elimize ne geçecek? Sadece kısa bir rahatlama belki, ayrıca Sorumlu Yazı İşleri Müdürümüzün de başının ağrıması cabası. O'nun içi kendimi sükûnete davet ediyorum. Ama sormak istiyorum, niçin İsrail güvenliği için Amerikalıların gözbebeği olan İncirlik ve Kürecik'i ama geçici, ama kalıcı kapatmıyoruz. Hem o sosyal medya'da gördüğümüz Azerbaycan'ın İsrail'in kuruluşunu destekleyen tebrik mesajları hikayesi gerçek mi sahiden? Türkiye'nin İsrail'in zalimliğini tüm dünyaya duyurduğu bir zamanda Azerbaycan'ın Türkiye'nin yanında olması ve dahası mazlum Filistinlileri savunması gerekmez miydi? Bunu da yazdık bir kenara.
2- Toplumların Hastalanması, Toplumsal Histeri:
Hani insanlar hastalanır ya, bence toplumlarda hastalanır. Nasıl ki böbreğimiz, kalbimiz ağrır, aynı şekilde toplumun bir kesimi de şirazesinden kayabilir, yada toplumun tümü birden. Mesela Ortaçağ cadı avı buna bir örnek olabilir bence. Bilimle uğraşan kadınlara cadı denilmiş ve kadın-erkek fark etmeksizin cayır cayır ateşe atılmışlardır. Yanmazlarsa demek ki cadıymışlar ama ilginçtir hepsi de yanmış. Ama kimse de çıkıp dememiş, diyememiş ki yazık oldu adama-kadına diye. Şimdilik bu kadar yeter. Bir konuda mekan yada zaman ne kadar uzaksa o kadar az başın ağrıyor ya. Ah ulan ah....
3- Bulaş Riski Nedir?
Sözüm o'na 2017 yılı Türkçe yılı idi. Halbuki bir Bakanlığın ismi bile yabancı kelime. Ahan da sana Enformasyon Bakanlığı. 2017 yılı aynı zaman da F klavye kullanım miladı olacaktı, olmadı. Şimdi de hastalıkla uğraşıyoruz ya, ne kelimeler girdi dilimize hey heeeyy. Yok pandemi, yok bulaş riski. Yok ki Türkçe’de bulaş riski diye bir şey, var bulaşma riski. Ne zaman değişti bu kelimeler. Yemin olsun Amerika ve İngiltere'nin gayrı meşru veledi gibi davranıyor bazı kişiler. Bakıyorlar ki İngilizcede "bulaş riski" diye geçiyor, hemen televizyon ve gazetelerde demeçlerde aynı hatayı tekrar ediyorlar. "Hey dostum sen kafayı mı yedin bro?" O zaman biz de böyle mi konuşalım. De get Allasen....
4- Adam Kürtlüğünden de, Müslümanlığından da asla taviz vermem diyor.
Kürtçe diyorsun, diyor ki "e vala ben bilmiyorum. Anlıyorum abee ama konuşamıyorum. Maa napayım, koşiciğiz, kurutaciğizz" maşallah Kürtçe bilmeyen yurdum insanı maalesef ki Türkçe de konuşamıyor. Uydurukça bir şeyler terennüm ediyor. Haa, öyle mi, güzel. Peki Müslüman olduğunu söylüyorsun ama asla ibadet etmem de diyorsun. "He wala namaz kılmıyorum, oruçta tutmuyorum, ama kalbim çok pis temizdir." Ana-babası, nine-dedesi ile aynı dili konuşamıyor. Allah'ı tanımıyor, Peygamberi bilmiyor. Nasıl bir Z Kuşağıdır, anlayan beri gelsin.
5- Koku çok güçlü bir duyu organıdır.
Koku o kadar güçlü bir duyu organımızdır ki alır bizi götürür taaa ötelere. Baharzık Köyüne Dadike Hano'nın evine gitmiştik. Büyük ihtimalle babamın dünyaya geldiği evdir burası. Şimdi yengem ahır yapmış. Daye Hano yaz sıcağında bize ayran ikram etmişti. Aradan 40 yıl geçmiş, içtiğim bir ayranda aynı kokuyu ve belki tadı hissettim ve gittim çocukluğuma. Koku beni şimdiki zamandan aldı ve götürdü ötelere. Sizde de zaman zaman böyle şeyler olmaz mı? Mesela yağmur sonrası toprağın kokusu, sabahın erken bir vaktinde kalktığınızda çöle mercimek toplamaya, yani Palağiye gittiğiniz o çocukluk çağına. Kokudan bahsederken nerden nereye gittik yahu. Allah Daye Hano'ya gani gani rahmet eylesin.
6- Millet kaçıyor...
Haber eskidi, hatırlayalım: Elazığ Akçakiraz'da bir firma bir kamyon hediye eder bir yerlere ve 40 kişiyi götürür Avrupa'ya ve birkaçı hariç geri gelen olmaz. Millet işsiz, aç-bilaç. Ne yapsın? Hamaset duyguları da bir yere kadar. Kavimler göçü yaşamış insanlık. El-Azizliler de Kavimler göçü değil de bir puntuna getirip topluca firar mı etmişler desek? Bir taraftan bize göç eden Suri-mağduri bir halk, beri taraftan ülkenin şartlarını beğenmeyip şansını bir de Avrupa'da arayan bizimkiler. Ne diyelim, hayırlısı Allah'tan.
7-İçim burkuluyor:
Semt pazarının bitimine ramak kala maddi durumu olmayanların yerden domates toplamalarını ibretle gördük ama asıl ibretlik durum bunun halkımız tarafından bayağı bir kanıksanmış olması. Bir taraftan trilyonluk evler, yüz milyarlarca liralık evler ve beri tarafta akşam tenceresini kaynatmak için çocuklarına yerden domates toplayan gencecik analar. Allah'ım sen görüyorsun. Fakir ile zengin tarihin her döneminde olmuştur ve olacaktır da. Ancaak zengin ile fakir arasındaki makas açıklığı hiç bu kadar olmamıştı. Eskiden zenginin de fakirinde evi darutaxta kerpiç evdi. İkisinin de çocuğu kara önlük ile okula gider ve her ikisi de danuk zamanı danuk kaynatırdı. Şimdi bir tarafta it bağlasan durmaz tarzda evler (beleteşbih) ve öte yandan akıllı evler ki bir tanesinin fiyatını sordum, 1 milyon 400 bin TL dedi. Yemin olsun tek bir evin fiyatı için istenilen rakam bu. Batman'da fakir ile zengin arasındaki makas açıklığı cidden kaygı verecek boyutta.
Kitap zamanı: Yazar Tommaso Campanella'nın Güneş Ülkesi adlı eseri, Öteki Yayınevi tarafından 2017 yılında ülkemizde yayınlanmış. Yazar 1568 yılında İtalya'da doğmuştur. Campanella yıllarca hapislerde yaşamış, bir tür güneş kültüne dayanan devleti, görev, sorumluluk, yaşam şekli bakımından "komunist" bir yapıya sahiptir.