Binlerce yıldır tarıma anavatanlık etmiş Mezopotamya. Dicle ve Fırat nehirleri arasında uzanan binlerce dönümlük çeşit çeşit tarım ürününe ev sahipliği ve binlerce projeye ev sahipliği yapan kentler. Bugün önümüze düşen plastik bir bebek, asfalta saçılmış çocuk bedenler.
Her bahar ve her yaz her mevsim adınıda kolayca koyduğumuz mevsimlik işçiler, çocuk işçiler, güvencesiz işçiler. Kimi gittiği şehirde su bile verilmeyen, derme çatma çadırlarda yaşayan, çoğu şehirde envayi çeşit nefret söyleminin, hakaretin muhatabı hemde çokta iş beklenen vasıfsızlar. İnsan neden gider istenmediği her türlü hakareti gördüğü bir yere. Çalışmaya çoluğunu çocuğunu bindirip, derme çatma eşyalarla, derme çatma araçlarla yada en lüks binebildikleri kara trenlerle. Evde kalan son parça biraz yiyecek yada iş bulana kadar geçecek sürede yiyebileceği biraz kuru gıda ile. Binlerce kilometre tarım arazisine sahip coğrafyadan kalkıp tarım işçisi olarak giderken insan neden ölür? Topraksızlıktan, işsizlikten, yatırımsızlıktan ölür. Kentlerki binlerce dönüm toprağa sahip o kentlere asfalta saçılmış çocuk bedenleri, nefret cinayetine kurban gitmiş gençlerin bedenleri gelir. Mezopotamyanın doyuramadığı evlatlarının bedenleri gömülmeye döner. Bu ekmek için aş için gittikleri topraklardan. Bizede utanmak düşer kaldırım kenarına konulmuş plastik bebek görüntüsüne bakıp bakıp.
Bu kader olmamalı bu insanlar için barajlar yapan tarım arazisinin verimini yıllık iki ürüne çıkaranlar ne yapacaksanız yapın artık, insanlar ekmek uğruna ölüme gitmesin.