Kendinizi tek bir kelimeyle ifade edebilir misiniz? . Bu yeterli olmayacaktır. Çoğu insan ayna karşısına geçtikleri zaman aslında maskelerinin olmadığı zamanı yaşadığının farkında değillerdir. Bu yüzden kendinizi ayna karşısında realist bir şekilde görmenizi ve hayatın sizin için ne anlam ifade ettiğini sorgulamak belki de en güzel kendini tanımak olacaktır. Aslında her birey evrenin işleyişine kelebek etkisi gibi bir varoluş anlamı katıyordur. Sizin bu varoluş nedeniniz bir hiç değildir. Bir amacınız ve hedefiniz vardır ama bunu göremediğiniz zaman işte o zaman siz bu evrenin varoluşu içinde kendinizi boşlukta hissedersiniz. Bu boşluğa herkes düşmüştür ama çıkmasını da kendine ve hayata anlam yükleyerek başarabilmiştir.
Neden kimse beni anlamıyor?
İnsan doğası gereği hep anlama ve anlaşılma üzerine bilimsel, sosyal keşifler yapmıştır. Dünya’da tek düşünen varlık insanoğludur. Bu gerçek anlaşılmadığımız zamanlarda sadece tek düşünebilen ben miyim? Sorusuyla yalnızlaşmaya götürmüştür bizi. Her bireyin ruhsal, biyolojik hali farklı olabiliyor. Kendi içimizde yaşadığımız duygu durumunu karşımızdaki bireylerin de aynı anda yaşamasını, hissetmesini beklemek belki de bizi farklı olmak istemediğimiz beklentisine itiyordur. Sizin için kötü geçen bir gün bir başkası için tam tersi geçmiş olabilir. Ağlamak, gülmek, öfkelenmek… gibi duygularda ortak noktalarımız oluyordur evet ama yaşadığımız olayın bizde bıraktığı etki aynı olmuyordur. Nasrettin Hoca’nın ‘’Bana damdan düşeni getirin! Damdan düşeni damdan düşen anlar’’ fıkrasını Belki de bu yüzden sevmişizdir. Kendinizi yalnız ve anlaşılmadığınızı hissettiğiniz de uzman bir psikoterapistin yardımını almanız fayda sağlayacaktır.
Yoksa siz de mi mutlu edebildiğiniz zaman mutlu olanlardansınız?
Başkalarını mutlu edebildikleri zaman kendini mutlu hissedenler bunlar danışanlarım arasında en çok sevdiğim ve yaşamı güzelleştirmek için var olduklarını düşündüğüm bireylerdir. Çok fedakar, empati duyguları yüksek, merhametli, çok duygusal ve bir o kadar OKB(Obsesif Kompulsif bozukluk-takıntılar) bireylerdir. Bu bireylerin beklentileri yaptıkları iyiliklerin karşılığının kötü gelmemesidir. İnsan doğası gereği yaptığı her davranışı çıkarları doğrultusunda gerçekleştirmiştir. Ama bu insanlar bu söylemi yıkmak ve varoluşun güzelliğini keşfedebilmemizde aydınlığımız oldular. Hayatın her anında beklentilerimizi ne kadar az seviyede tutarsak o kadar çok mutluklar tadacağızdır.
Gelecek mi?, Geçmiş mi?, Şu an mı?
En çok hangisinde sorun yaşadığınızı bir düşünün. Geçmiş de takılanlardan mısınız? , Gelecek kaygısı yaşayanlardan mısınız? , Şu andan hiçbir şey anlamayanlardan mısınız?
Eğer geçmişte yaşayanlardansanız şu anın tadını alamayacaksınız. Eğer gelecek kaygısı içindeyseniz geleceğe katkı sağlayamayanlardan ve kararsız olanlardansınız. Şu andan tat alamayanlardansanız geçmiş geçmemiş ve gelecek asla gelmeyecek gibi olacaktır. Geçmişi değiştiremeyeceğinizi biliyorsunuz. Şu an ve gelecek için yapmanız gerekenler var. Bir amacınız olsun her zaman. Yeniden doğmuş gibi geçmişten çıkın, şu an gibi doğrulup hedefinize odaklanın ve geleceğinize yürüyün ama koşmayın çünkü bu yolculuktan tat almalısınız.
HİKAYE
Kellog Business School’da (Northwestern
Üniversitesi) İş İdaresi master öğrencileri ile Zaman Yönetimi dersi
profesörü arasında geçer:
Profesör sınıfa girip karşısında duran dünyanın en seçilmiş öğrencilerine
kısa bir süre baktıktan sonra, “Bu gün Zaman Yönetimi konusunda deneyle
karışık bir sınav yapacağız” dedi. Kürsüye yürüdü, kürsünün altından kocaman
bir kavanoz çıkarttı. Arkadan, kürsünün altından bir düzine yumruk
büyüklüğünde tas aldı ve tasları büyük bir dikkatle kavanozun içine
yerleştirmeye başladı.
Kavanozun daha başka tas almayacağına emin olduktan sonra öğrencilerine
döndü ve “Bu kavanoz doldu mu?” diye sordu.
Öğrenciler hep bir ağızdan “Doldu” diye cevapladılar.
Profesör “Öyle mi?” dedi ve kürsünün altına eğilerek bir kova mıcır
çıkarttı. Mıcırı kavanozun ağzından yavaş yavaş döktü. Sonra kavanozu
sallayarak mıcırın taşların arasına yerleşmesini sağladı.
Sonra öğrencilerine dönerek bir kez daha “Bu kavanoz doldu mu?” diye sordu.
Bir öğrenci “Dolmadı herhâlde” diye cevap verdi.
“Doğru” dedi profesör ve gene kürsünün altına eğilerek bir kova kum aldı ve
yavaş yavaş tüm kum taneleri taslarla mıcırların arasına nüfuz edene kadar
döktü.
Gene öğrencilerine döndü ve “Bu kavanoz doldu mu?” diye sordu.
Tüm sınıftakiler bir ağızdan “Hayır” diye bağırdılar.
“Güzel” dedi profesör ve kürsünün altına eğilerek bir sürahi su aldı ve
kavanoz ağzına kadar doluncaya dek suyu boşalttı.
Sonra öğrencilerine dönerek “Bu deneyin amacı neydi” diye sordu.
Uyanık bir öğrenci hemen “Zamanımız ne kadar dolu görünürse görünsün, daha
ayırabileceğimiz zamanımız mutlaka vardır” diye atladı.
“Hayır” dedi profesör, “bu deneyin esas anlatmak istediği "Eğer büyük
taşları bastan yerleştirmezsen küçükler girdikten sonra büyükleri hiç bir
zaman kavanozun içine koyamazsın" gerçeğidir”.
Öğrenciler şaşkınlık içinde birbirlerine bakarken profesör devam etti:
“Nedir hayatınızdaki büyük taslar? Çocuklarınız, esiniz, sevdikleriniz,
arkadaşlarınız, eğitiminiz, hayâlleriniz, sağlığınız, bir eser yaratmak,
başkalarına faydalı olmak, onlara bir şey öğretmek! Büyük taşlarınız belki
bunlardan birisi, belki bir kaçı, belki hepsi. Bu aksam uykuya yatmadan önce
iyice düşünün ve sizin büyük taşlarınız hangileridir iyi karar verin. Bilin
ki büyük taşlarınızı kavanoza ilk olarak yerleştirmezseniz hiç bir zaman bir
daha koyamazsınız, o zaman da ne kendinize, ne de çalıştığınız kuruma, ne de
Ülkenize faydalı olursunuz. Bu da iyi bir iş adamı, gerçekte de iyi bir adam
olamayacağınızı gösterir ”. Profesör, ders bittiği hâlde konuşmadan oturan
öğrencileri sınıfta bırakarak çıktı...
“Olmak istediğiniz samimi, yetenekli, yararlı insanı kafanızda canlandırın ve böylece bu düşünceler sizi zamanla o özel kişiye dönüştürsün. Aslolan düşüncedir. Doğru, mantıklı bir tavır takının; cesur, samimi ve neşeli bir tavır. Doğru düşünmek yaratmaktır.” Elbert Hubbard