Yaşar Kemal’in manevi oğlu olarak gördüğü Ahmet Güneştekin, onunla tanıştığı ilk günü şöyle anlattı; “Bugüne kadar düşüncelerimi birçok düşün insanı etkilemiştir. Fakat üzerimde olağanüstü bir etki bırakarak sanat anlayışımı olgunlaştıran kişi Yaşar Kemal olmuştur. Yaşar Kemal yaşadığı coğrafyayı düşsel bir evrene dönüştürdü. Aynı anlatı geleneğini kullandığı için Homeros ile ilişkilendirildi. Eserlerinde başka bir dilde karşılanamaz zengin bir lirizm yarattı. Yaşar Kemal’le yollarımız ‘Karanlıktan Sonraki Renkler’ adlı ilk büyük sergimde kesişmişti ve yaşadığı süre boyunca devam eden bir ilişkimiz oldu. Yaşar Kemal sergiye geldiğinde benden çok benim eserlerimle ilgilendi. Ben hemen iki adım arkasında yürüyordum. “Acaba bana bir şey soracak mı? Acaba işlerimi nasıl bulacak?” diye düşünüyordum. Birkaç turdan sonra beni fark etti. Bana ilk söylediği şey “Bu renkler benim” demişti ve sohbetimiz öyle başlamıştı. Yaşar Kemal kendi zamanının en önemli dehalarından bir tanesiydi. Kendi döneminin Homeros’u olarak çok kez adlandırıldı ama ona sadece Homeros demek eksik kalabilir. O birçok şeyi yeniden dizayn eden biriydi.
‘DÜNYA EDEBİYATINDA SAYGIN BİR YERİ VAR’
Bizim gördüğümüz doğayı ondan dinlediğimiz an acaba başka bir yerden mi söz ediyor diye düşünmeden edemiyorum. Onun söz ettiği Çukurova ve Serhat bölgesi bir anda çok başka ve mitsel bir şeye dönüşüyordu. Ona romancı demek, öykücü demek yada bir kültür derlemecisi, söz ustası demek büyük bir eksiklik olur. Ona sadece sanatçı demek gerekir. Çünkü pek çoğumuzun Yaşar Kemal’le tanıştıktan sonra hiç görmediğimiz renkleri (ki benim yaşamın renkler içerisinde geçmiştir) O'nda görebilirdi. Gördüğüm, gezdiğim yerleri Yaşar Kemal’le birlikte yeniden görmeye, gezmeye başladım. O nedenle dünya edebiyatında oldukça saygın bir yeri olan biriydi. Bana her zaman köklerime dönüp bakmam gerektiğini, çünkü ancak belleği olan kişinin yaşadığı anın kırılganlığında hayatta kalmayı başarabileceğini söylerdi. Dostluğu, arkadaşlığı ve öğreticiliği bir yana benim için Yaşar Kemal’i dünya edebiyatında özel yapan anlatısının doğası olmuştur. Onun yerel ile evrensel, sözlü ile yazılı edebiyat gelenekleri arasında ilişki kurabilmesini sağlayan da bu yeteneği olmuş ve onu 20’nci yüzyılın en iyi yazarları arasına yerleştirmiştir.
‘KÖKLERİ İLE İLGİLİ ARAŞTIRMALAR YAPARDI’
Bence Yaşar Kemal’in en büyük şanslarından biri köklerinden kopmamış olmasıdır. Ailesi Vanlı ve Kürt bir ailedir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ailesi Van’dan Diyarbakır’a ardından da Adana’ya bağlı Osmaniye Hemike köyüne gelmiştir. Yaşar Kemal burada yani bir Türkmen köyünde dünyaya gelmiştir. Türklerin arasında doğan bir Kürt Yaşar Kemal. 3 buçuk yaşında kurban kesme sırasında eniştesinin elindeki bıçağın gözüne saplanmasıyla bir gözünü kaybetmiştir. Bir yaratıcı deha için en önemli şey görmedir. 4 buçuk yaşında ise gözü önünde babasını kaybediyor. O günden sonra da kekeme oluyor. Bu dezavantaj gibi görünüyor. Bu gelecekte yaratma gücü olan biri için bir avantaja dönüşüyor. Körlük yani kadraj daralması bizim görmediğimiz şeyleri onun daha dikkatli görmesini sağlıyor. Bizim göremeyeceğimiz bir bitkinin içindeki tomurcuğu, bir arının hareketlerini, uçan bir Kartalın, kırlangıcın ya da serçenin kanadında parlayan ışığı görebilecek kadar bir gözüne yüklemişti. 4 buçuk yaşında kekeme olduğu için söyleyemediklerini yazıya döküp söylemeye başlaması ona büyük bir avantaj sağlıyor. 12 yaşına kadar kekeme olarak yaşıyor. Kültürel kodlaması çok farklı olan bir insan farklı bir yerde ve çok farklı insanlarla yaşamaya başlıyor. Sokağı Türklerle tanıyor ama eve geldiğinde Kürt oluyor. Kendi köklerinden kopmuyor. Kendi kökleriyle ilgili araştırmalar yapıyor. Bu onda kültürel bir zenginliğe dönüyor.
‘BÜTÜN İNSANLIĞA SESİNİ DUYURABİLMİŞTİR’
Yaşar Kemal bir coğrafyaya dokunduğunda onu yeniden dizayn ediyor ama bütün kültürlerin içerisinde olması şartıyla. Yani Kürtçe bir stran ile Türkçe Halk ozanının türküsünün aynı anda duyumsattığı bir coğrafyayı inşa ediyor. Onun bahsettiği “Binbir Çiçekli Bahçe” aslında budur. O bahçeden bir çiçeğin eksilmesi bir felaket olarak adlandırıyor. O açıdan insanoğlu ölüme, yoksulluğa karşı, mitleriyle, düşleriyle, umutlarıyla, sevgileriyle yeni bir dünya kurup o dünyaya sığınıyor. “Benim romanım bu temellere dayalıdır” diyor Yaşar Kemal. Kendi coğrafyasından yola çıkıp bütün insanlığa sesini duyurabilmiştir Yaşar Kemal. Çukurova’yı anlatırken yeniden yaratmıştır. Artık o hem bildiğimiz Çukurova’dır hem değil. Çukurova bin türlü anlatılabilir çünkü bin türlü gerçeklik katmanı vardır. Yaşar Kemal, Çukurova mikro kozmosunda insanlar yarattı ve hareket ettirdi. Bu zenginliği, söyleminin gücünü, çok geniş bir halklar mozaiğinden aldı. Ele aldığı her olayı, evrensel bir temaya dönüştürerek, insanlığın geçmişiyle geleceğini, doğa, tarih, insan, folklor sevgisiyle yoğurdu. Bu nedenle edebiyatın Yaşar Kemal için bir başkaldırıyı ifade ettiğini düşünüyorum.
‘MAHMUT BAKSİ, NOBEL ALMASINI ENGELLEDİ’
Yaşar Kemal, Nobel için defalarca adı geçmiş bir isim. Çünkü çok özgün bir edebiyatçıydı, şaşırtıyordu. Sıra dışı bir yazardı. Dünyada belki de çoğu yazarı, edebiyatçıyı kıskandırıyordu. Dünya da konuşulan bir isimdi. Nobel almamıştı ama Nobel alanlardan daha çok tanınan konuşlan biri haline gelmişti. Nobel komitesi bir karar vermiş ve Yaşar Kemal’e ödül verilmesini karar kılmıştı. Bunun dedikoduları dünyaya yayıldı. Tabi ilk önce Stockholm'de bu duyulmaya başlandı. Orada yaşayan bazı Türk ve Kürtler de bundan rahatsız oldu. Enteresandır, ilk defa Kürtler ve Türkler Yaşar Kemal Nobel ödülünü almaması için kendi aralarında bir olmuştu. Ve o dönemde ne yazık ki bu işlerin başında sürgündeki bir Kürt olan Mahmut Baksi bunu başlatmıştı. Yaşar Kemal’i ve edebiyatını karalıyordu. Yaşar Kemal Kürtler için bir şanstı. Bir Kürt Nobel alacaktı. Ama Kürtlerin bir bölümü el birliği ile bunu önlediler. Yaşar Kemal’in Nobel’den vazgeçmesinden sonra Yaşar Kemal’in edebiyatı ile ilgili pek çok makale yazıldı; "Nobel mi bir edebiyatçıyı onurlandırır edebiyatçı mı Nobel’i" onurlandırır diye. Kuşkusuz edebiyatçıların Nobel’i onurlandırdığını söylediler eleştirmenler. Ki bunun en önemli örneklerinden birisi de Tolstoy’dur. Tolstoy yaşadığı dönemde Nobel’e aday gösterilmemiş biridir. Sartre Nobel’i reddeden bir yazardır. Bugün dünya edebiyatı tarihine baktığımızda Tolstoy’un, Sartre’nin, Dolstoyevki’nin Viktor Hugo’nun yani Nobel'den önce ve sonraki birçok büyük edebiyatçının da olduğu dünya klasiklerinin arasında Yaşar Kemal’in adı geçiyor. Demek ki Nobel çok da önemli bir şey değil. Bugün Nobel’i alan kişilere baktığımız zaman Yaşar Kemal kadar bilinmiyorlar.”