20 yıl boyunca hep bir engel ve koşuşturmacadan dolayı hayalini gerçekleştiremediğini; ancak Hasankeyf’te dinamitlerle patlamaları gördükten sonra gelmeye karar verdiğini dile getiren Merlan, Hasankeyf ve Dicle ile bir bağ kurduğunu, Dicle’yi kendisi için kutsal olarak gördüğünü ifade ediyor. Merlan, yaşamaya sıfırdan başlayarak yerleştiği mağaradan, “Ben buraya geldiğimden beri kendime Heskîfliyim diyorum” deyip Eskişehir’den Hasankeyf’e suyun izinde birleşen hikayesini anlatıyor.
‘HASANKEYF’E DÖNMEM GEREKTİĞİNİ HİSSETTİM’
Meryem Merlan, “Buraya geldikten sonra, insanlara ‘20 yıldır burası için ne yapıyorsunuz?’ diye sorduğumda onlar da bana ‘20 yıldır mücadele ediyorum’ diyorlar. Ben de 20 yıldır buraya gelmek için mücadele veriyorum. Bana ‘Geç kalmadın mı?’ diyorlar. ‘Hayır, geç kalmadım, burası hala çok güzel bir yer’ diyorum” diyor. Merlan, Hasankeyf’te dinamitle patlatılma görüntülerini gördükten sonra Ağustos ayında geldiğini dile getiriyor. “Hasankeyf’in durumunu en çok burada yaşayanlar anlıyor” diyen Merlan, buraya gelme derdinin var olan ekolojik zincirin devam ettirmesi amacı taşıdığını söylüyor. Ekolojik bir yaşama inandığını dile getiren Merlan, savunduğu bu düşüncenin pratiğini de Hasankeyf’te yaşadığını belirtiyor. Dinamitleme görüntülerinden sonra “Neden Hasankeyf için kimse ses çıkartmıyor” diye tepki gösterdiğini ifade eden Meryem Merlan, bir grup arkadaşıyla engellemelere rağmen buraya geldiğini ve Hasankeyf’i gördükten sonra burasının sıradan bir yer olmadığını, insanlığın başladığı bir yer olduğunu söylüyor. Dicle Nehri’nde bulduğu bir taşı kolye yaptığını ve o günden sonra Dicle ile bir bağı oluşturduğunu dile getiren Merlan, Mardin’de bir gözaltı olayı yaşadıklarını sonrasında da İstanbul’a döndüklerini ifade ediyor. Merlan, İstanbul’a döndükten sonra tekrar Hasankeyf’e dönmesi gerektiğini hissettiğini dile getiriyor.
‘HASANKEYF’LE KÖK BAĞIM VAR’
Meryem Merlan, Hasankeyf’le olan bağını ise şöyle anlatıyor: “Sadece Dicle’nin kenarında değilim, Mezopotamya’dayım. Mezopotamya ile gönül bağım var. Bir Orta Anadolu çocuğu olsam da sürekli ‘Köklerin ne senin?’ diye soruyorlar. Burayla ile kök bağım var. Köklerim burada, burası insanlığın başladığı yer. Tüm kavimlerin, inançların, milletlerin yeri burası. Bana, ‘Oraya gittiğinde ne yapacaksın?’ dediler. Ben de ‘Gidip orada duracağım’ dedim. Buradayım. Dayanışma ve kolektifle yaşıyorum. Para kullanmıyorum. Burada herkes dayanıştığında zaten böyle bir şeye ihyacımız olmuyor.” Dicle akmaya devam ettikçe bunara olacaklarını belirten Lerlan, şöyle devam etti; “Bana, ‘Hasankeyf’i kurtarmaya mı geldin?’ diye soruyorlar. İşin açıkçası Hasankeyf ve Dicle’nin kurtarılmaya ihtiyacı yok. O zaten insanlığın oluşumundan bu yana ayakta duran bir değişim ve devinim sürecidir. Eğer bu kadar değişime izin verdiyse ve tüm müdahalelere direniyorsa, Dicle’ye yapılan tüm müdahalelere rağmen hala su tutamıyorsa bu devam edecektir. Dicle, sakin sakin akar; ancak onun yedi kat altında ise fırtınalar vardır. Kadın olarak tasvir ettiğimizde de böyledir. Dicle’ye ne yaparsan yap o yine de akmaya devam edecektir.” Hasankeyf’te barajla birlikte ranta dair politikaların geliştiğini ve böyle kişilerin ortaya çıktığını gözlemlediğini anlatan Merlan, Hasankeyflilerin kafasının çok karıştırıldığını ifade etti.